Tedirginlik, tereddüt ve endişe hissi... Ülke insanının hak etmediği bir ruh hâli bu... Nasıl yerleştirilmişse içimize, nasıl nakşedilmişse bilinçaltımıza, hep bir şeyler olmasından, başımıza bir şey gelmesinden, müesses nizamın tokadını yemekten korkuyoruz. Ne rahat düşünebiliyoruz, ne rahat söyleyebiliyoruz, ne de rahat seçebiliyoruz. Belirleyici paradigmanın "korku" olduğu bir yerde de hâliyle sağlıklı bir düşünme ve üretme süreci gelişmiyor, gelişemiyor. Statükonun belirlediği ve insanlara da on yıllar boyu bellettiği klişe korkular var. Bölünme, irtica, iç ve dış düşman vesaire... Statükonun bir de mukabil argümanları var: Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan -ve nedense hiç bitmeyen- "bu" zaman, bölünmez bütünlük vesaire... Ne zaman demokrasi, özgürlük, bireyin hakları gibi statükonun hiç hazzetmediği "entel!" talepler ortaya çıksa, önce klişe korkular, sonra da klişe sloganlar sarıverir ortalığı. Yıllardır devam eden bu kısır döngü, ortalama her yurttaşı az veya çok etkiledi, etkilemeye de devam ediyor. Orta yaş üstü insanların zihinlerinde bu korkuların derin izleri var: "Şimdi sırası mı?", "Biraz alttan almak lazım", "Aman kızdırmayalım"... Oysa devir değişiyor, insanlar talep ediyor, sorguluyor, özgürlüklerin alanı genişliyor. *** Korku, doğal olarak tacirlerini de üretiyor. Güç ve iktidar sahipleriyle yakınlıklar peydahlayıp ikbal, makam ve menfaat sağlayanlar da, aslında bu korku ikliminin besleyicilerinden... Öyle ya, müesses nizamın sahiplerine yakınlıklarıyla "var" olanlar, statükonun korku esaslı yapısının da devamını isterler. O korkular, kendilerine ikbal ve makam güvencesi olarak geri dönmektedir zira... Güç tacirleri korku ve endişeyi çoğaltırlar, büyütürler. Korkan, tedirgin edilen insan sebep-sonuç ilişkilerini doğru kuramayabilir, dolayısıyla sağlıklı karar vermekte zorlanır. Toplum olarak, fert olarak "klişe korkulardan" kurtulmalıyız. Ve korku üzerinden ikbal ve menfaat devşirenlerden de...