Başlıkla ilgili şu izahatı hemen yapayım: Bu bir arabesk şarkının sözleridir. Kendime bu soruyu sormuyorum. Zira çocukluğum dahil tüm hayatım İstanbul'da geçtiği için, bu soruyu soracak durumda da değilim zaten. Lakin, giderek yaşanmaz hale gelen, kara kalabalıkların istilası altında can çekişen İstanbul'da, başlıktaki soruyu soran yüzbinlerce insan olduğuna da eminim. Bir yanda şehirli olmanın gerektirdiği hayat tarzlarını muhafaza etmeye çalışan ama yaşadığı şehrin tükenişini çaresizlikle seyreden insanlar, diğer yanda köyünden kopup gelen ama şehirde köylü yaşam biçimini devam ettirmeye çalışan insanlar. Şehirde yaşamanın asgari şartlarını bile haiz olmayan, kural tanımayan ama şehrin tüm nimetlerini, fırsatlarını büyük bir açlıkla tüketmeye talip milyonlar var bu şehirde. Şehrin cazibesi ile kamçılanmış tüketim açlığını tatmin etmek isteyenlerin "kalabalık bir sirk" haline getirdiği İstanbul.. Getto ve Town Şehrin içinde ve çevresinde onlarca "yüksek standartta site" var. Etrafları yükek duvarlı, kapısında kameralı güvenlikleri olan, telaffuzu zor ecnebi isimleriyle "rafine zenginlerin yaşam alanları". Onların hemen berilerinde ise, derme çatma barakadan dört katlı ruhsatsız ve sıvasız apartmanlara kadar sıralanan "tutunmaya çalışanların alanları". Bir de bunların arasında kalan ve "esas şehirliyi oluşturan" orta sınıf "mahalle alanları". Lokasyon olarak birbirinin içine geçmiş ama sosyal olarak birbirinden "gezegen kadar uzak" bu yaşam alanları, aslında İstanbul'daki kronik doku uyuşmazlığının da fotoğrafıdır. Gelir dağılımındaki dengesizliğin ayyuka çıktığı, Türkiye'nin köylülükten şehirli topluma dönüşme kaosunun yaşandığı bu şehir, -ne yazık ki- can çekişmektedir. Ve yine ne yazık ki bu güzide şehrin üstüste yığılmış problemlerinin sadece "kavşak ve yol" yaparak çözüleceği zannedilmektedir. Her kavşağın yeni yerleşim alanları, yeni nüfus ve yeni kuralsızlıkları da tetiklediği düşünülmeden.. Bu şehirde onbinlerce "hemşehri derneği" faaliyette... Bu şehirde sosyal ilişkilerde ilk soru "nerelisin ?" oluyor.. Fazla söze gerek yok, değil mi?