Orada olmak

A -
A +

Güneydoğu... Bu kelime birçok zihinde savaşla, terörle, ölümle, eylemle, operasyonla eşleşiyor. Nasıl eşleşmesin ki... 30 yıldır ülkenin üzerine bir kâbus gibi çöken, yüzbinlerce hayatı tarumar eden bir büyük sorun var orada... Bölge dışında yaşayan bizler 'sadece' o sorunla hatırlıyoruz güneydoğuyu... Oysa hayat tüm sahiciliği ve sıradanlığıyla devam ediyor orada... Dört gündür Diyarbakır, Mardin, Nusaybin, Midyat hattında geziyorum. Bölge'ye gideceğimizi duyan birçok kişi 'riskli bir dönem değil mi' dediklerinde, 'hayır' cevabını vermiştim.'Birkaç gün için risk dediğiniz o coğrafyada yüzbinlerce insan bir hayat boyu yaşıyor.' *** Dünyanın en kadim tarihinin, en çeşitli kültürünün, dininin, dilinin vatanından 'riskli bölge' diye söz etmek en hafif ifadeyle haksızlık... Kepenklerin kapandığı, sokakların barikatlandığı gün Nusaybin'de, Diyarbakır'da sokaklarda gezdik, alışveriş yaptık. Yanı başlarında savaş ve acı varken insanlar hiçbir şey olmamış gibi tasasız değiller tabii. Ama hayat da gündelik mecrasında akıyor, sahici ve rutin... Mardin-Nusaybin yolu üzerinde bir antik kent çıktı karşımıza. Dara... İkibin yılı aşkın bir tarih, kayalara oyulmuş muazzam eserler, kaya mezarları, su sarnıçları... Mezopotamya'nın nasıl kadim bir uygarlık beşiği olduğunu hatırlatan muhteşem, tablo gibi bir yer Dara... Eski fars dilinde 'gözüpek, cesur' demekmiş ve ismini Pers kralı Darius'tan alıyormuş... Mezarlık alanında kayalara oyulmuş 2 bin yıllık mezarların yanında Süryani Hristiyanların mezarları, kayaların toprakla örtüldüğü yerlerde ise Müslüman mezarları... Değişik zamanlarda 5 din (pagan, zerdüşt, şemsi, Hristiyan, Müslüman), ilginç biçimde aynı yeri mezar yeri olarak kullanmış. Adı terörle, çatışma ile anılan topraklardan, kazıldıkça medeniyetler ve birbirinden ilginç yaşam formları çıkıyor. Antik kentin üzerine kurulmuş 'Dara' köyünde karşılaştığımız 'gönüllü' rehber Murat'ın tabiriyle 'hangi ırktan geldiğimiz değil, hangi medeniyetlerin mirasçısı olduğumuz önemli'... Telkâri Mardin'de süryani ustalardan miras bir sanat var: Telkâri... Kıl kadar ince gümüş teller ustaların ellerinde muhteşem formlarda ziynet eşyalarına dönüşüyor. Süryaniler 1930'larda göç etmek zorunda bırakılmışlar, sanatlarını da yanlarında götürerek... Lakin yeni ustalar bu sanatı canlı tutmak için çabalıyor. Onlardan biri de genç bir Kürt olan Bayram Dağ.. "Telkâri koruma ve geliştirme derneği"ni kurmuş. Bir yandan atölyesinde telkâri yapıyor, bir yandan da gönüllü olarak, kendisi gibi genç ustalar yetiştirmeye çabalıyor. İki genç insan, Dara'lı Murat ve Mardinli Bayram, doğdukları ve ait oldukları topraklara, üreterek sahip çıkıyorlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.