Avrupa Birliği 2011'i derin problemlerle alt-üst olarak geçirdi. Para birliğinin yanı sıra, siyasi birlikte de sıkıntılar var. 2012'de Avrupa'nın -bir türlü oluşturamadığı- ortak iktisadi politika tartışmalarını izleyeceğiz. Türkiye ise ekonomisini en hızlı büyüten ikinci ülke oldu dünyada... İşsizlik azaldı, bütçe neredeyse denk hale geldi. Haliyle bir övünme fırsatı doğdu bize... Lakin bu övünme işini bir hayli abarttık. Her gün bir bakan veya iş örgütü başkanını AB'ye ayar verirken dinlemeye başladık. 'İyi ki girmemişiz'den tutun da 'Bizi alsalardı bunlar başına gelmezdi'ye kadar herkes esip savuruyor. Birliğin dağılacağını iddia edenler ise saymakla bitmez. Avrupa zorda, doğru... Siyasi olarak yalpalıyor, o da doğru... Ama dünyanın en büyük ikinci ekonomik bölgesinden bahsediyoruz. Türkiye millî gelirinin 15 katı... Üstelik iktisadi hasılasının büyük kısmını katma değeri çok yüksek teknoloji ve know-how'dan sağlıyor AB... Ülkemin milliyetçi duyarlılığının bir iki günlüğüne coştuğu Fransa boykotunda dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Dolaştırılan listelerde onlarca küresel Fransız markası vardı, kozmetikten bankaya, otomobilden gıdaya kadar... Sayabildiğim -sadece nihai tüketiciye yönelik- 40'tan fazla marka vardı. Bunlar sadece Türkiye'de... Fransa'nın 200'e yakın markası var dünya ölçeğinde... Hakeza Almanya'nın, İtalya'nın, Hollanda'nın hatta İspanya'nın... Bugün AB tökezlemiş olabilir. Ancak AB'nin dağılacağını, ekonomisinin çökeceğini filan düşünmek ya hayaldir, ya da temenni... Dünya ölçeğinde bir marka bile çıkaramamışken, AB'ye karşı ekonomik veya demokratik böbürlenmelere girmek ise Türkiye için abestir. Kaldı ki AB çökse, dağılsa, bizim bundan menfaatimiz nedir? Ekonomi ve siyaset akıl işidir. Gereğinden çok övünmek, Allah muhafaza- idrak ve iz'anı örttüğü gibi, hata yapma ihtimalini de artırır. Artırıyor da... Acınız acımız Uludere faciasından sonra hükümetin 3 bakan ve çok sayıda milletvekiliyle felaketin yaşandığı köye -daha da gecikmeden- gidip taziye vermesi iyi oldu. Başbakan Erdoğan'ın cenaze sahiplerini telefonla araması, acınız acımızdır demesi de öyle... Zira diğer tarafta her türlü hatayı, acıyı dibine kadar, pervasızca istismar eden BDP-KCK var. BDP -birkaç makul isim dışında- Kürt siyasetini mecliste temsil eden bir siyasi partiden ziyade marjinal bir örgüt gibi hareket ediyor. Başkanları 'fiilen bölünmeden' bahsediyor; başkanvekilleri taziyeye gelen kaymakama posta koyup kitleyi kışkırtıyor. Kürt halkını bu 'merhametsizce istismar' siyasetine terk etmemek için 'istismara fırsat veren' söylemlerden, ifadelerden kaçınmak lazım... Ve tabii güvenlik bürokrasisinin 'artık illallah dedirten' hatalarının da önünü almak lazım... On yıllarca gönülleri de güvenleri de örselenmiş Kürtlerin gönlünü ve güvenini kazanabilecek yegane siyasetçi Başbakan Erdoğan'dır. Nitekim 2005'ten sonra o gönüllerin hatırı sayılır kısmını da kazanmıştır. Kazanılan gönülleri tekrar örselemeden yenilerini kazanmak da Başbakan'ın elinde...