Bu yazı, "ah Özal, vah Özal" yazısı değil. Ama Türkiye'nin ufkunu apaydınlık yapan vizyoner bir lider ile, O'ndan sonra başa geçip ülkenin ve geleceğimizin ufkunu karartan siyaset oyuncularını yanyana koyduğumda da, ne yalan söyleyeyim içim acıyor. Pazar günü, o güzel insanın ölüm yıl dönümü idi ve TV'de, onun 1991 İktisat Kongresi'nde yaptığı tarihi konuşmayı dinledim. O konuşma, vizyoner olmanın müşahhas bir örneği olarak belleğimde yer etti. Rahmetli Özal, devletin ekonomik faaliyetlerden elini çekmesi gerektiğini söylüyordu o konuşmada... Sosyal güvenlik sisteminin bir an evvel ıslah edilmesini ve özel sigortaların devreye girmesini ısrarla öneriyordu. "Devlet eğitim vermez, verilen eğitimi denetler" diyordu. Devletçi zihniyetin verdiği dogmatik eğitimin yetiştireceği beyinlerin bu ülkenin geleceğine yakışmadığını anlatıyordu. Ve bir cümle ile bitiriyordu konuşmasını: "Biz çok büyük hatalar yapmadıkça, yirmibirinci yüzyıl Türk asrı olacaktır". "Çok büyük hatalar" yapmadıkça!... Hangi asır ? Özal ısrarla "büyük hata yapmadıkça..." diyordu. Sanki içine doğmuş veya öngörmüş gibi... Elhak, ondan sonra gelen, eskisiyle yenisiyle tüm siyasi kadrolar da onu "maalesef" haksız çıkarmadılar. 1990 sonrasında Türkiye o kadar kötü yönetildi, kaynakları ve geleceği o kadar çarçur edildi ki, bizim asrımız olacağı ümidini taşıdığımız 21. yüzyıla, nal toplayarak ve krizler içinde çırpınarak girdik. Ve ne hazindir ki, Özal'ın konuşmasından 15 yıl sonra hâlâ sosyal güvenlik sistemimizin girdiği çıkmazdan, her tarafı dökülen eğitim sistemimizden, kamunun ekonomideki ağırlığının bize getirdiği yükten bahsediyoruz. Özal'ın inisiyatif alan dış politikasından, bugünün "başkalarının inisiyatifinin arkasından sürüklenen" dış politikasına ulaştık. Ne mutlu bize! Bu yazıyı Özal'ın ne kadar "feraset sahibi" olduğunu anlatmak için değil, bu ülkeyi 1990 sonrasında yöneten siyasi heyetlerin basiretsizliklerini anlatmak için yazdım. Anlatabildiysem tabii...