'Bu coğrafyada özür dilemek çok meşakkatli bir iştir.' Geçenlerde bir yazar böyle diyordu konuşmasında... Önce şaşırdım, sonra 'haklı aslında' dedim kendi kendime.. Bir gerçeklik bu belki ama doğru değil; esasen rasyonel de değil. Tövbe kapısının daima açık olduğu bir dinin mensuplarının bin küsur yıldır yaşadığı, hayat tarzından ictimai kültüre kadar birçok unsurun bu manevi kaynaktan neşvü nema bulduğu bir ülkede veya bölgede özür dilemek neden zor, meşakkatli olsun? Bir Müslüman, en büyük günahı işlese dahi, tövbe edebiliyor; pişmanlığını, nedametini dile getirmekten geri durmuyor. O halde niye bugün en basit insani bir hatadan, en büyük siyasi hataya kadar, özür dilemek bir zül, bir yük, bir meşakkat olarak görülüyor? Oysa tövbe etmenin insanı günah yükünden kurtarması gibi, özür dilemek, hatasını kabul etmek de vicdanı ağır yüklerden kurtarmaz mı? 'İnsaf dinin yarısıdır' sözünün müellifi bir inanç ikliminden yetişen insanların, konuşurken, davranırken, verirken, alırken hep 'insaf ile' hareket etmeleri beklenir. Özür dilemek nefsi, gururu alçaltır ama, insanı yüceltir. Özür dilemek vicdani mücadelenin zaferidir. 'Başkalarını daima affedin ama kendinizi asla affetmeyin' diyen Mevlana Celaleddin-i Rumi, insanların kendi iç muhasebelerini daima yapmalarını tavsiye ediyor aslında... Samimi bir özürün getireceği itibar, bir ömür boyu tekebbür içinde yaşansa dahi elde edilemiyor. Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz Necip Fazıl Kısakürek vefat edeli 29 yıl oldu. Kimsenin bir şey söyleyemediği zamanlarda çok şey söyleyebilmiş bir tefekkür ve çile insanıdır Üstad... Mutlak hakikati idrak edinceye kadar geçen ömrünü 'gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmak' olarak tasvir edebilecek bir nefs muhasebesinin örneğidir. Merhameti, insanı anlamanın anahtarı olarak tarif eden, 'ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz' diyen bir derunun insanıdır. Hatalarının nedametini, 'Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, Affet senden habersiz aldığım her nefesten' diyerek ifade eden Üstad'ı rahmetle bir kez daha yâd ediyorum...