Türkiye'nin gündemi bir aydır hastane ile Başbakan Ecevit'in evi arasına sıkışmış durumda. Siyasetçisinden işadamına kadar herkes kulağı kirişte, Başbakan'ın sağlığı ile ilgili en ufak bir haberi bile kaçırmamaya çalışıyor. Bir dönem televizyon ekranlarını istila eden deprem uzmanlarının yerini şimdi uzman hekimler aldı. Miyasteni, parkinson gibi, birçoğumuz için hiçbir mana ifade etmeyen hastalık isimleri artık bilgi dağarcığımızda yerini aldı. Türkiye, tartışması gereken ve hayati önemi haiz birçok problemi varken, yine bir kısır döngü içerisinde, günlük sağlık raporları ile yönünü tayin etmeye çalışıyor. Önümüzdeki altı ay, hem ülke ekonomisi için hem de siyasi yapılanma açısından çok kritik bir süreci işaret ediyor. Kamu borçlanması şimdilik yolunda olmakla beraber, 2003 için ne gibi bir programın yapılacağı henüz netlik kazanmış değil. IMF, ekonominin yolunda gittiğine dair olumlu mesajlar veriyor ancak ekonomik büyüme henüz başlamadığı için, kaynak tarafında problemler sona ermiş değil. Kısacası, 2003'de iç ve dış borcun nasıl çevrileceğine dair, piyasaların önüne net bir projeksiyon henüz konulamıyor. Borç sorununu ileriye yönelik olarak netleştirememiş bir Türkiye'ye de haliyle yabancı yatırımcılar güvenle bakamıyorlar. Diğer tarafta, AB üyeliği için Türkiye en kritik dönemece girmiş durumda. Aralık ayında, Türkiye'nin tam üyelik takvimi belirlenecek veya üyelik süreci meçhul bir yola girecek. Bu konuda, yükümlülüklerin yerine getirilmesinde aksamalar yaşanırken, hükümet içinde de uyum olmadığı görülüyor. Özellikle MHP kanadı bu konuda örtülü bir itiraz ve muhalefet sergiliyor. Türkiye, aday olduğu ve katılmak için müracaat ettiği bir topluluğa şart öne sürmek gibi çelişkileri yaşıyor. Seçim tartışması ise tam bir uğultu halinde devam ediyor. Derviş'in "seçim ekonomiyi etkilemez" mesajlarına rağmen, iş çevreleri ve hükümet aynı şeyi düşünmüyor. Seçimin ekonomiyi neden etkileyeceği veya etkilemeyeceği tartışılmıyor. Bütün bunlar olurken ise, ülke yönetiminde en önemli yetkileri elinde tutması gereken Başbakan ise, olan bitenin tamamen dışında, sağlık sorunları ile boğuşuyor. Yukarıda bahsettiğimiz önemli konularda, hükümetin inisiyatifini belirleyecek ve deklare edecek kişi olan Başbakan Ecevit , bu gelişmelerden belki haberli belki habersiz bir şekilde hastane ile evi arasında mekik dokuyor. Vatandaşından yatırımcısına kadar herkes, AB, erken seçim, ekonomik durum gibi konularda Başbakandan açıklamalar beklerken Başbakan ya muayenede, ya da istirahatte oluyor. Bu trajikomik durum da haliyle herkesi tedirgin etmeye devam ediyor. Türk siyasetinin son yıllardaki en büyük problemi dirayetli yöneticiler çıkaramamasıdır. Günübirlik politikalar, vizyonsuz liderler, kısır siyasi çekişmeler maalesef Türkiye'nin son 10 yılını heba etmiştir. Siyaset, ülkenin ufkunu açan, gelişmeyi sağlayan bir unsur olması gerekirken, Türkiye'deki gelişimin ve değişimin önünü tıkayan en önemli engel haline gelmiştir. Şimdi de, parkinsonlu ve hareket melekeleri bile iyiden iyiye azalmış bir başbakanın sağlık sorunlarına endekslenmiş bir halde gün saymaktadır. Üstelik de, Sn. Ecevit'in durumu ve bundan sonra nasıl olabileceği apaçık ortada iken, siyaset kendi içinden bir çözümü bir türlü ortaya çıkaramamaktadır. Umarız, sonucu belli bu hastalık süreci fazla uzun sürmez ve siyaset bu defa kendi içinden makul bir çözüm üretir , ülke sağlık problemleri yerine daha hayati olan gerçek sorunlarını tartışmaya başlar.