Osmanlı zamanında ramazan ayı geldiğinde kaşığını cebine koyan, önüne çıkan herhangi bir evin veya konağın kapısını çalıp iftar yemeğine misafir olabilirmiş. "Ramazanda tüm İstanbul imarethanedir" sözü, paylaşmanın ve sadakanın hakiki halini çok güzel veciz eder. Evet, bugün de vakıflar ve zengin insanlar toplu iftarlar veriyor, ramazan erzakları dağıtıyor ama "tüm İstanbul imarethane oldu" diyebilmek ne kadar mümkün bilmiyorum. *** "İftar çadırı" günlük hayatımıza gireli birkaç yıl oldu. İyi niyetle başlatılmış bir hayır işi aslında.. Maksat, fakir ve muhtaç kimselere, evsizlere, iftar saatinde yolda olan dar gelirlilere oruçlarını açmaları için yemek vermek... Merkezî yerlerde belediyeler veya vakıflar büyük çadırlar kuruyorlar. Başlangıcı güzel ama zamanla dejenere olmaya başlamış bir faaliyet gibi geliyor bana... O çadırlarda iftar veren bir kısım ünlünün veya belediye başkanının, medya eşliğinde ve türlü şamata ile iftar vermeleri, "hayır yapmanın" özü ile ne kadar bağdaşıyor ki? İftar çadırı bir hayır işi olmaktan uzaklaşıp "reklam kokan hareketlere" mi dönüşüyor diye insanın aklına gelmiyor değil.. *** Yüzlerce yıllık bir merhamet ve yardımlaşma medeniyetinin vârisleriyiz. Osmanlı'dan muazzam bir "vakıf geleneği" tevarüs etmişiz. Gerçi vakıfların çoğu son 80 yılda tarumar edilmiş, el konulmuş ama, sosyal dokumuzda yardımlaşmak nedir, nasıl ve niçin yapılır sorularının cevapları mevcut... Ecdadımız, kimseyi incitmeden, ifşa etmeden ve en önemlisi kimseye göstermeden yardım yapmanın, fakir doyurmanın yöntem ve kaidelerini göstermiş. Medyaya haber verilerek yapılan toplu iftarlar, çadırlar, filan zenginin dağıttığı erzakı almak için birbirini çiğneyen insanların görüntüleri bu ülkeye ait olmamalı... "Ameller niyete göredir" düsturunu va'z eden bir manevî iklimin ülkesinde, gösteriş ve sakillik kokan yardım müsamereleri sizin de içinizi acıtmıyor mu?