Kavramların, kelimelerin içini boşaltan veya onlara ters anlamlar yükleyen bir düzen var bu ülkede. Uzlaşma denildiğinde biat etmenin kastedildiği, üniter yapı denildiğinde vatandaş olma şartının tek bir ırka indirgenmesinin anlaşıldığı, makul çoğunluk denilince etliye sütlüye karışmayıp kendisine söylenenle yetinenlerin tarif edildiği bir ülke... Toplumsal mutabakat mesela. Kulağa hoş geliyor, değil mi? Ama "mutabakat"tan kastedilenin, bürokratik elit ile mütegallibenin onayı olduğunu anladığınızda irkiliyorsunuz... Eser Karakaş'ın Taraf'a verdiği mülakatı okurken şu cümle dikkatimi çekti: "Türkiye'nin ihtiyacı uzlaşma değil radikalizmdir." AYM kararının AK Parti'yi "terbiye edip" sistemin parçası haline getirdiğini düşünen "uzlaşmaperver"lerin tüylerini diken diken edecek bir cümle... Oysa Karakaş sağlam bir temele dayandırıyor tezini: "Temel hak ve özgürlüklerde ve evrensel hukuk normlarında uzlaşma olmaz. Ya kabul edersiniz ya red" diyor Eser hoca. "Bu konularda radikal adımlar atılmazsa, Türkiye'nin uygar ülkeler sınıfına girmesi hayaldir." *** Bu ülkenin sivil dinamizmi, "tunç siper gibi" duran devlet aygıtına yansımıyor bir türlü. Halkına giderek yabancılaşan, otokratik yönü hep ön planda olan statik bir devlet yapısının, modern demokrasilerde yeri olmadığı çok açık. Türkiye'nin ana hedefi "muasır medeniyet seviyesine ulaşmak" olduğuna göre, devletin de "muasırlaşması" gerekiyor. Aksi halde bugünkü gibi, ikide bir kasılıp duran, mevhum tehditlere karşı parti kapatmak ve muhtıra vermek gibi "demokrasi ile hiçbir surette bağdaşmayan" refleksler gösteren eksantrik bir statüko tezahür ediyor. AK Parti bu "eksantrik yapıyı" değiştirmek ve insanlara daha çok özgürlük, daha çok hukuk, daha çok refah vermek iddiasıyla seçim kazandı. Bu temel niteliğini bırakıp "eksantrik yapının" bir parçası olursa, varlık sebebini kaybeder.