Modern zamanlar, bireyi öne çıkararak özgürlük alanlarını ve hak telakkisini genişletti belki... Devlet ve hükümranlık kavramını kökten değiştirdiği gibi... Herkesin kendi farklılığıyla ve diğeriyle eşit olarak yaşama hakkının olduğunu ön kabul olarak yerleştirdi. Lakin... Dünyevi her gelişimin yan etkileri oluyor haliyle... Birey olma önceliği de bir adım sonrasında benmerkezciliğe kayabilecek bir zaaf içeriyor. "Önce ben ve benim keyfim" düşüncesi, rasyonel bireyciliğin bir adım ötesinde, insani münasebetleri tahrip eden bir tehdit olarak duruyor. *** Hırsları, şaşaayı ve hevesleri de kışkırtan bir tarafı var, yaşadığımız zamanların... Kimi para, kimi başarı, kimi makam, kimi varlıklı hayat sahibi olabilmek için, insani birçok hassasiyeti gözardı edebiliyor. Ve bunu da "mutlu olmalıyım" şartlanmasıyla yapıyor, farkında olmadan... Evet, mutlu olmak herkesin insani arzusu ve hakkı... Fakat mutluluğu hırs ve arzuların tatmininde aramak, hakiki mutluluk tarifinden uzaklaştırıyor modern zaman insanını... Bazen bu zamana hiç ait olmadığımı düşünüyorum. Herkesin "ben, sadece ben" dediği bir dünyada ne arıyorum ki dediğim oluyor. Etrafım bana, ben etrafıma garipseyerek bakıyoruz. İnsanların keyfi, huzuru, mutluluğu aradığı ve bulduğunu zannettiği alanlarda ben de sıkça bulunuyorum. İnsanların, "ilk yağmurda akan boyalar gibi" keyif ve haz boyalarına bürünüp "mutluluk zannettiklerinin" benim mutluluk telakkime hiç benzemediğini görüyorum. Şaşırıyorum... Mutluluk ve huzur, sadelikte saklı değil mi halbuki... Bu yazıyı bir tahta iskemlede, bir fincan kahve ve masanın altında dolaşan bir kedinin dokunuşları eşliğinde yazıyorum. Benim için keyif ve mutluluk bu mesela... Sevdiklerimle anı paylaşmak, onların halleriyle hemhal olmak... Onlar için iyi şeyler yapabilmek... Ötesinde ne var ki... Şatafatın, lüksün, hırsın, başarının, en iyi kıyafetin, en iyi yemeğin, en lüks arabanın veremeyeceği duygunun peşindeyim ben... Mutluluk ve huzurun... Sadelikte gizli olan en hakiki duygunun...