Veyahut hulus-i kalb, ihlas... Hepsi aynı deruni hissin tanımı... Perşembe günü Gazetemizin 128 sayfalık ekini gördünüz muhtemelen... İki gündür okuyorum, sırayla ve hiçbir yazıyı atlamadan... Sayfa düzeni ferah, fotoğrafları güzel, renkleri canlı... Ama ben işin orasında değilim. Okuduğum her yazıya, anlatılan her hatıraya, her satırın içine sinmiş çok başka bir şey var o eklerde: Samimiyet... Bir gazetenin 40 yılı, paradan, puldan, rakamdan, teknikten bahsetmeden ama tüm serencamıyla ancak bu kadar içten anlatılır. *** Dağıtıcısından sahibine, muhabirinden genel yayın müdürüne kadar herkesin aşkla, sevgiyle anlattığı bir gazete bu... Karşılıksız, coşkun ve kuşatıcı bir sevgiyle... Hasbelkader 10 yıla yakın zamandır yazıyorum Türkiye'de... Lakin, eklerde anlatılan ve buram buram ihlas ve samimiyet kokan o yazıları, hatıraları okurken gıpta ettim, imrendim, hatta kıskandım. O hatıraların yaşandığı zamanda ve mekanlarda ben orada değildim. Keşke olabilseydim... *** 40 yıl dimdik ayakta kalan, kesintisiz, yalpalamadan yayınlanan bir gazetenin, parayla, güçle veya mekanikle var olamayacağının, onu var eden istisnai bir öz olduğunun yalın ama çarpıcı ispatıdır o eklerde anlatılanlar... Aklının, nefsinin, arzularının önüne ihlas'ı koyan, baş olmayı değil tabi olmayı seçenlerin hikâyesidir bu gazetenin hikâyesi... Karşılık beklemeden ama neyi sevdiğini ve neden sevdiğini bilenlerin hikâyesidir. *** Şair'in dediği gibi: Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da.. Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte Yani yürekte. *** Bu gazete işin sırrına erenlerin omuzlarında, kendilerinin ve gazetelerinin varlık sebebini bir an olsun unutmayanların emekleriyle 40 yıldır yürüyor. 40 yıl daha yürüyecek inşallah... Muhtemelen göremem ama, "ikinci kırk yıl ekinde" yâd edilenlerden olabilirsem, o da bana yeter...