Yaygın sözdür; bitaraf olan bertaraf olur. Yani, illa ki bir mensubiyetin, bir aidiyetin olacak. Ya hemşehri olarak, ya siyasi olarak, ya takım olarak, ya ideolojik olarak. Şart mıdır peki? Nereden baktığınıza bağlı. Dayatan bir zihin zaviyesinden dünyaya bakanlar için, illa ki taraf olmak gerekir. Daha doğrusu, dayatmacı sistemlerde, bir müesses nizam vardır ve mutlak, tartışılmaz doğruları temsil eder; buyurgandır ve kuralları koyar. Kendi tariflerinin dışında kalan her kişi, fikir ve duruşu da hasım, düşman beller. Birey yoktur orada, tebaa vardır, halk vardır. Müesses nizamın seçkinleri, halk adına düşünür, karar verir, uygular. Halktan beklenen sadece resmi ideolojiyi benimsemesi, çalışması, üretmesi, vergi vermesi, askere gitmesidir. Özgür toplum ise bundan başka, çok başka bir şeydir. Orada "ya tarafsın, ya düşman" ikilemine sokulmaz insanlar. Yaşam tarzları, kıyafetleri, tercihleri yüzünden potansiyel düşman, öteki olarak görülmezler. Zehir ettiler "Bir genç kızın en mutlu gününü zehir ettiler" diyor Abdullah Gül. Başbakan Yardımcısı olarak değil, baba olarak söylüyor bunu. Kızının, üniversite diplomasını alırken baş örtüsü takmasından dolayı diğer üniversite rektörleri şikayet sırasına girdiler bildiğiniz gibi. Tüm üniversite öğrenimi boyunca başında perukla derslere giren bir genç kız, hiç olmazsa mezun olduğu gün "kendisi" olmak istemiş. Ne büyük suç, değil mi? Gelişmişlik, bireyin tercihlerine müsamaha göstermekten geçiyor; çağdaş uygarlık için de önce çağdaş olmak gerekiyor. Taraf olmayan bertaraf olmuyor, inanın. İlla taraf olacaksanız da, insana güvenmekten, tercihlere saygılı olmaktan, özgürlüklerden korkmamaktan taraf olun. Ülkelerin kanırtılarak yönetildiği dönemlerin geride kaldığını, köprülerin altından çok sular geçtiğini görmek bu kadar mı zor?