Türkiye ahalisinin yüzde 70'i Avrupa Birliği'nin bir parçası olmak istiyor. Buraya kadar mesele yok. Ancak, "istenen şeyin tarifinde" veya algılanmasında biraz daha düşünmek gerekiyor galiba. Ahalinin kahir ekseriyeti, AB üyeliğini "sadece" ekonomik bir iyileşme vesilesi olarak görüyorsa (ki öyle gibi), yıllar sürecek müzakere süreci ve reformların hazmedilmesi esnasında ciddi komplikasyonlar yaşanabilir. Zira, iktisadi olduğu kadar sosyal, siyasi bir yeniden yapılanmadan, bir zihniyet dönüşümünden bahsediyoruz. Demokrasiyi, adaleti, ortak yaşamayı, şehirli hayatı, vatandaşlık bilincini net ve kesin hatlarla tarif eden bir dönüşüm bu... Dolayısıyla, "bize ne karışıyorlar?" veya "biz böyleyiz işte, ne yapalım!" türü itiraz ve aksilenmelerin yeri olmayacak bu süreçte. AB'ye girmek... Bazıları, AB sürecini tanımlarken "hamama giren terler" diyorlar. Bence yanlış bir tarif... Evet hamama girerseniz bir miktar terlersiniz belki ama, bir müddet sonra çıkar ve günlük hayatınıza kaldığınız yerden devam edersiniz. Avrupa Birliği bu değil... Dönüşüyorsunuz, farklı birtakım değerleri benimsiyorsunuz. Demokrat olmayı, başkalarının hakkını gözetmeyi, kanunlara uygun yaşamayı, toplumsal kurallara riayet etmeyi benliğinizin bir parçası haline getiriyorsunuz. Üyeliğin gerektirdiği reformları, düzenlemeleri "bu ne biçim iş kardeşim!" diye karşılamıyorsunuz. AB ülkelerini "bir anlaşmanın tarafı" gibi değil, "sizin de dahil olduğunuz bir bütünün parçaları" olarak kabul ediyorsunuz. Daha doğrusu, böyle kabul edebiliyorsanız, böyle benimsiyorsanız AB üyeliğine taraftarsınız demektir. Şunu kabul etmeliyiz: Eğer Türkiye AB'ye üye olacaksa, bunun doğru tarifi "Türkiye AB'ye girmeyecek, burası AB olacak"tır. Sadece ekonomik alan tarif edilirken değil, otobüs kuyruğunda beklerken de, hakkını ararken de, arabayı parkederken de bu değerler sisteminin bir parçası olmayı kabul etmektir AB üyeliği. Hani tarifi doğru yapalım da...