Veya 'bade harab-ül Basra' da diyebiliriz. Konumuz İstanbul'da 2. Köprü'nün 3 ay sürecek asfalt yenilemesi sebebiyle kapatılan şeritler yüzünden iptal olan trafik akışı ve çıldırmanın eşiğine gelen bir kent... Başlığın esbab-ı mucibesi ise bu hale geleceği belli olan trafik felaketine çözüm için, tamirat başladıktan 25 gün sonra oluşturulan 'Kriz Masası'. Masa işi bizde yaygındır zaten: Beyaz masa, pembe masa, kriz masası... Bir koca kent 25 gündür trafikte can çekişiyor. Bu kitlesel eziyet hali için bir açıklama yapması umulanlar ise ya 'tatile çıkın, İstanbul'u terk edin' diyorlar, ya da 'ne yapalım hep beraber sabredeceğiz'... Yollarda 4-5 saat kalanlar, otogarlarda binecekleri otobüsü saatlerce bekleyenler, acil işi, hastası olup direksiyon başında buhran geçirenler... 25 gün sonra İstanbul'u yönetenler 'bari bir kriz masası kuralım' diyorlar. 'Masa'nın bulduğu çözüm ise 'köprü üzerine tuvalet ve büfe kurmak' oluyor. Bir de gişe sayısını artırmak ve 'denetimleri çoğaltmak'... Belediye de çözüm olarak, yıllardır Haliç'te emekliliğini yaşayan eski Galata Köprüsünü trafiğe açmıştı. '900 günde yapılan köprünün asfaltlaması 90 gün mü sürer' filan diye uzatacak değilim. Üzüldüğüm konu şu: Köprünün bakıma alınmasının İstanbul'un ulaşımını nasıl bir faciaya dönüştüreceğini öngörmemek mümkün değildi. Yoldan iki taksici çevirip sorsalar, bugünkü kaotik tabloyu tahmin edebilirlerdi. Neden kriz masası kurmak, deniz yolunu daha çok kullanmak için arabalı vapur seferlerini artırmak vs. tedbirler önceden düşünülmedi? Neden bu ülkede istim hep arkadan gelir? Dün TV'lerde 'İstanbul Finans Merkezi' projesi hakkında tanıtımlar vardı. İstanbul konumu, tarihi, kozmopolit yapısı ile dünyanın sayılı merkezlerinden biri olabilir; inşallah olur da... Lakin, 3 şerit yol asfaltlama için kapatılınca ulaşımı iptal olan, insanların trafikte saatlerce çırpındıkları bir şehir nasıl merkez olacak? Bir 'marka şehir' modası var bildiğiniz gibi... Seçim beyannamesinde 'marka şehir' vadetmeyen belediye başkanı yoktur muhtemelen... Oysa marka filan değil yaşanabilen, seyahat edilebilen, ulaşılabilen şehirler olmalı... Son zamanlarda çok tekrar ettiğim için kusuruma bakmayın: Cam kaplı, yüksek ve eksantrik rezidanslar ile enteresan isimli AVM'ler inşa ederek medeni şehir olunmuyor. Aksi halde 'en yüksek bina, en geniş hacimli AVM bizde' diye övündüğümüz İstanbul, '3 şerit yol ile' yere seriliveriyor işte...