Dogmatik ideolojilerin bariz vasıflarından birisi de tartışmak yerine tabuların arkasına sığınmaktır. Statüko savunucuları eleştirel her bakışa, sorgulayan her tavra tabulaştırılmış klişelerle karşı çıkarlar ve özgür tartışma alanlarını sürekli daraltmaya çalışırlar. İnsanlar fikirlerini korkarak, tedirgin olarak beyan ediyorlarsa ne açık toplumdan bahsedilebilir, ne de demokratik hürriyetlerden... Statüko'nun, kendi pozisyonunu korumak için, -veya dediğini yaptırabilmek için- bulduğu son numara ise uzlaşma. Bir parti, seçmenin yarısının oyunu almış olabilir, hatta diğer partilerden destek de alabilir ama uzlaşmadan Cumhurbaşkanı seçemez. Kiminle uzlaşacak peki? Statüko, yani bürokratik ve siyasi elit ile, veya onların temsilcisi olan parti ile. Demokrasinin gereği, halk iradesi, siyasetin doğası falan laf-ı güzaftır. Diyelim ki, "kelimenin gerçek manası ile uzlaşmayı" kabul ettiniz. Yetmez, zira dilin altındaki bakla başkadır. Statüko için uzlaşma demek, kendisinin onayı ve kabulü demektir. Cumhurbaşkanı adaylığı için kriterler yasa ile belirlenmiştir ama o da yetmez. Jakoben zihniyetin ve onun temsilcisi olan partinin belirlediği ekstra kriterlere de uymak gerekir. Geçiniz Aslında statükonun temsilcileri böyle dolambaçlı yollar ve "uzlaşı, kurumlararası mutabakat" gibi aynalı ifadeler yerine, sıkıntılarını doğrudan söyleseler keşke. Sıkıntı belli: Ellerinde tuttukları güçleri ve devlet iktidarını bırakmak istemiyorlar. Çevreden, yani halktan insanların yönetim kademelerinin en tepesine tırmanmasından ve kendi elitist düzenlerini değiştirmelerinden fevkalade rahatsızlar. CHP'nin ve laikçi beyaz Türklerin sıkıntısı, hep kendi tekellerinde kalacaklarını sandıkları yaşam alanlarına ve yönetim kademelerine halktan insanların girmeye başlaması. Düne kadar merkezdeki seçkinlerin karşısında ezik duran çevrenin bugün hak talep etmesi, yani "bu ülkede bizim de en az sizin kadar hakkımız ve sözümüz var" duruşudur esas rahatsızlık sebebi. Statükonun uzlaşmadan kastı bundan ibarettir, gerisi de boş laftır.