Ulusalcılara bakarsanız emperyalist sermaye, Türk bankacılığını ele geçirmeye(!) çalışıyor. Küreselcilere göre ise mali sektörümüz dünya ile entegre olacak. Öyle ya da böyle, devasa boyuttaki yabancı bankalar, banka satın almak veya ortak olmak için cirit atıyorlar Türkiye'de. Konuşulan rakamlar da az buz değil hani. Koç ve İtalyan ortağı Unicredito'nun Yapı Kredi'ye biçtiği değer iki milyar dolardan fazla. BNP Paribas, TEB'in yüzde ellisi için 300 milyon dolara yakın para saydı. Rabobank Şekerbank'ın peşinde, İtalyan Intesa'nın gönlü hâlâ Türkiye'de. HSBC ve Portekiz kökenli Bank Europa bireysel pazarda büyümek için agresif pazarlama yapıyorlar. Citibank da lisans alarak Türkiye'de yaygınlaşma sinyalleri veriyor. Hasılı mali sektörde bir bereket var ki, sormayın gitsin... İyi belirti... Neticede bu yabancıların hepsi dünya devi; bu ülkeye getirmek istedikleri sermaye de birkaç yüzmilyon dolardan milyar dolarlara uzanıyor. Bankacılık, parayı verirken azami muhafazakar olmayı öngörür. Bir ülkenin mali sektörü de, o ülkede oluşacak iktisadi bir çalkantıdan en çok etkilenecek ve zora girecek sektördür. Peki sizce bu dev bankalar, ölçemedikleri bir risk olsa, Türkiye'ye gelirler mi? O halde, türk bankalarına olan talebi doğru yorumlamalıyız. Bir ülke zora girdiğinde nasıl ki mali sektör tepetakla oluyorsa, ekonomik gelişim gösterdiğinde de en hızlı büyüyen sektörlerden birisi yine mali sektördür; yani bankalar... Yabancı devler, kısa vadeli dalgalanmaların ötesinde, Türkiye'nin orta vadeli ekonomik performansına ve gelişim potansiyeline güveniyorlar. Daha da önemlisi, AB perspektifini ve mali disiplinini samimi buluyorlar. Bu potansiyelden istifade etmek için de birer ikişer geliyorlar ülkeye. Ulusal bankacılığımız gavurun eline geçiyor filan diye telaşa kapılmayın. Sermayesiyle, uzun vadeli kaynağıyla, güveniyle geliyor yabancı banka. Bu geliş iyi geliştir, endişe etmeyin.