Gerçek gündeme dönüş yapınca, cari açık, yüksek faiz "realiteleri" ile daha çok haşır-neşir olmaya başladık haliyle..."Yahu bizim cari açığımız giderek büyüyordu değil mi?" veya "bu kadar yüksek faizi ödemeli miyiz?" şeklinde "ayılma" cümleleri sıkça duyuluyor. İyi ki duyuluyor. Türkiye bunları tartışmalı, dertlenecekse bunlarla dertlenmeli... Zira bizim büyümeye ihtiyacımız var. Hem de hızlı ve sürekli biçimde... Nüfusu her yıl % 2 artan ve fert başı milli geliri AB ortalamasının dörtte biri bile olamayan bir ülkenin, hızla ve kesintisiz büyümekten başka tercihi olmamalı... *** Sıkı para politikası ve faiz dışı fazla hedefinin yan etkisi olarak cari açığın ortaya çıktığı tartışılıyor son günlerde... Mehmet Şimşek, IMF ile bir önceki stand-by'ı yorumlarken "yan etki"den bahsetti. Haliyle bu ifade medyaya "cari açığın suçlusu IMF" şeklinde yansıdı. Oysa cari açığın vebalini sıkı para ve bütçe politikasına yüklemek çok adil değil... Büyümenin sürekli ve sağlıklı olabilmesi için öncelikle mali disiplinin sağlanması ve fiyat istikrarının sağlanması gerektiği çok açık. Türkiye 2001 sonrasındaki ekonomik programında bunu sağladığı için büyüme istikrarlı bir eksene oturdu. Bunu görmek lazım... *** Belki dalgalı kur sisteminde dövizin düşük kalmasının ithalatı kışkırttığı, dolayısıyla dış ticaret açığının büyüdüğü söylenebilir. Ancak, Merkez Bankası'nın da bankaların da kasası dövizle dolu, mevduatın yarısı döviz cinsinden; ama kur buna rağmen yükselmiyor. Dışarıdan ülkeye gelen döviz miktarını karşılayan bir talep olmayınca, kur düşüyor. Merkez Bankası'nın, dalgalı kur sisteminde piyasaya girip dövize müdahale etmesini beklemek ne kadar rasyonel olur ki... Tamam, cari açık bir risk... Lakin IMF destekli para ve maliye politikasını cari açığın müsebbibi gibi yorumlarsak, hem algı hatası yapmış oluruz, hem de biraz haksızlık ederiz.