Yazdan kışa mı giriliyor?

Başlığı görüp, "kış bitti bahardan yaza gidiyoruz, bu adam ne diyor" diye düşünebilirsiniz. Bizim işimiz ekonomi yazmak ya, iklimlerin mevsimlere bölünmesi gibi, ekonomik süreçleri de yorumlarken mevsimlere böleriz kimi zaman. Sözün özü, başlıktaki ifade bir metafordan ibaret. 90'lı yılların ikinci yarısında yaşanan Asya, sonra da Rusya krizi sebebiyle dünya ekonomisinde ciddi bir yavaşlama ve tedirginlik oluşmuştu. Sonrasında ise, Amerikan ekonomisindeki hızlı büyüme ve Asya'nın "krizzede" kaplanlarının gözkamaştırıcı toparlanmaları öncülüğünde dünya ekonomisi "ekonomik yaz" dönemini yaşamaya başladı. Tüketim harcamaları da büyümeyi tetikledi ve bu dönemde özellikle gelişmekte olan ülkelere para akışı hızlandı. Türkiye bu "yaz sıcaklığını", basiretli (!) koalisyon hükümetleri sayesinde maalesef ıskaladı. Üstelik tarihinin en büyük iktisadi krizini de kafasına yiyerek... Devran Bilhassa 9/11 olayından sonra, Amerika'nın politikasındaki ve önceliklerindeki radikal değişim, petrol fiyatlarındaki zıplama gibi unsurlar, dünyanın ekonomik sürecinde bir yavaşlamaya, hatta belki de bir yön değiştirmeye yol açtı. Gelişmekte olan piyasalara akan para miktarında yavaşlama olurken, risk primleri yükseldi. Çin tüm haşmetiyle dünya ekonomisinin üzerine giderek daha fazla abanırken, Avrupa ve Amerika'dan beklenen büyüme sinyalleri bir türlü gelmedi. Küresel piyasalarda yazdan kışa girilmekte olduğuna dair yorumlar giderek artmaya başladı. Küresel yazı, becerikli(!) yöneticileri sayesinde ıskalayan Türkiye ise, ekonomik kışın etkisinden korunabileceği bir verandanın altına başını sokmaya muvaffak oldu: Avrupa Birliği. Hikâyesini "tam zamanında" değiştirerek, diğer gelişen ülkelerin aksine risk primini düşürdü. Gelecek beklentisini kuvvetlendirdi. Son aylarda, diğer piyasaların aksine Türkiye'ye artan yabancı sermaye ilgisini, isterseniz bu açıdan da düşünün. AB üyeliği için müzakere süreci, Türkiye'yi "muhtemel bir küresel kıştan" koruyacak çatı vazifesini görebilir.