AB'den istediğimiz müzakere tarihini alamayıp da 2004 sonuna gün verilince, topyekun bir yeis ve hayal kırıklığı yaşanıp, sonra da "alçak Avrupalılar, bunlar bizi zaten almayacaklardı!" tarzı fevri tepkiler verildi. Hatta bazıları olayı " siz bizi tanımıyorsanız, biz sizi hiç tanımayacağız" noktasına getirdiler. Hadiseyi "milli gurur", "ulusal tavır" boyutuna taşıyanları da unutmayalım tabii ki. Sonuç olarak, üzüntü ve sevinci abartarak yaşama konusunda ilginç örnekler gözlemlendi Türkiye'de. Ne olmuştu peki? Türkiye, son aylarda yoğun olarak çaba sarfettiği AB üyeliği konusunda, tam istenen olmasa da ciddi ve somut bir mesafe katetmiş ve müzakere tarihi almıştı. Aralık 2004 tarihinde , kriterleri yerine getirmesi şartıyla müzakereye çağrılacağı, AB zirvesinde teyit edilmişti. AB ilişkileri tarihinde ilk defa, Türkiye'nin adaylığı konusunda somut tarih içeren resmi bir belge yayınlanmıştı. AB üyeliğini istemek Türkiye, toplumun geneline de yayılan bir mutabakat ile AB üyesi olmayı istiyor. Ancak, AB üyeliğinin tam olarak ne anlama geldiği, ne gibi şartları gerektirdiği ve bize ne getireceği hakkında genel bir bilgi seviyesinde değiliz. Körün fili tarif etmesi gibi, birçok kişi de AB'yi hayatı bir anda iyileştirecek sihirli bir formül gibi düşünüyor. Böyle olunca da, AB üyeliği için gerekli olan şartları da gerçek manasıyla anlayamıyor. Halbuki Avrupa Birliği, ülkelerin hayatını bir dokunuşta değiştiren sihirli değnek olmadığı gibi, yerine getirilecek kriterler de yalnızca AB üyeliği için yapılması gereken düzenlemeler değil. İstemesine istiyoruz ama, elde etmek için gerekli olan çaba ve cehdi de sabırla göstermemiz gerektiğini yeterince düşünemiyoruz herhalde. Önyargı tabii ki olabilir Avrupa'da Türkiye'nin üyeliğine peşin fikir ile olumsuz bakanlar vardır. Birliğin ortalamalarına göre devasa bir nüfus , bozuk ve bıçak sırtında bir ekonomi, gelir dağılımında dengesizlik gibi bir sürü olumsuz faktör de bu önyargıları güçlendirmektedir. Ancak, AB her üyenin yerine getirmek ve uygulamak zorunda olduğu ekonomik ve siyasi standartlara sahip olan bir topluluktur. Bu standartların hepsi evrensel düzeyde ve her ülkenin sahip olmakta fayda gördüğü kriterlerdir. Yani bunları AB istediği için değil, lüzumlu ve iyileştirici oldukları için benimsemek gerekir. Öyle ise yapılacak en akıllı şey, bu kriterleri, faydalı olduklarına inanarak sabırla ve ısrarla hayata geçirmek, böylelikle AB'nin üyelik şartlarını da yerine getirmiş olmaktır. AB'nin bu durumda üyeliği reddedecek bahanesi kalmaz, reddetse de kendi içinde ciddi bir tutarsızlık problemi ile karşılaşır. Avrupalı önyargısına verilecek en iyi cevap da budur. Ne kaybederiz? Aralık 2004'teki müzakere tarihi bizim için yolun sonu değildir. 2003 sonunu zaten kabullenmiş olduğumuza göre bir yıllık uzatma da çok kötü bir durum değildir. Türkiye'nin 40 yıllık Avrupa macerası deniyor ama, son 40 günde gösterilen çaba ve iradeyi, bu ülke 40 yılda gösterseydi çok yıllar önce AB üyeliği gerçekleşirdi. Avrupalıya önyargı için kızalım ama, onların evrensel gerekler olarak istedikleri kriterleri hayatımıza geçirmek için son birkaç ay dışında ne çaba gösterdiğimizi ( veya göstermediğimizi ) de düşünelim. Türkiye, kendisini şeffaf ve demokratik bir hayata, güvenli ve istikrarlı bir ekonomiye taşıyacak yola girmiştir. Buna AB yolu diyelim , veya başka bir yol diyelim. Gidilen yol doğru ve ülkenin hayrınadır. İstenen kriterler yerine geldiğinde 2004 sonunda üyelik tarihi alacağımıza şahsen inanıyorum. Üyelik olmasa da, ekonomik ve siyasi kriterleri bu ülkenin hayatına yerleştirmekten korkmayalım , bunun her birimizin hayatını müspet yönde değiştirecek kazanımlar olduğunu idrak edelim. Bu düzenlemeler AB istediği için değil, bize lazım olduğu için yapılacaktır. Ama bunun sonunda da AB üyeliği gelecektir. Bu amaç doğrultusunda kırk gündür koşturan ve büyük efor sarfeden Tayyip Erdoğan'a ve hükümet'e de bir teşekkür borcumuz olduğunu bilelim.