Borç sarmalında debelenen bir ekonomiye sahip olduğumuz için, normal ülkelerde sadece uzmanları ilgilendiren iç borç faizleri de neredeyse her türk vatandaşını ilgilendiriyor. Nasıl ilgilendirmesin ki, % 30'larda dolaşan bir reel faiz yüzünden ekonomi donuklaşıyor, kimse yatırım ve harcama yapma isteği duymuyor. Hiç bir şey üretmeyen , katma değer sağlamayan devasa bir para meblağı, yattığı yerde yılda % 30 reel olarak büyüyor. Bir kaç onbin kişinin veya birkaç bankanın serveti üretmeden, katma değer sağlamadan artarken, bu faizi ödemek için devletin neredeyse tüm bütçesi tahsis ediliyor. Yüksek faiz yüzünden kimse kredi kullanamıyor, tesis yatırımı yapamıyor, istihdamı artıramıyor. Boğazımızı sıkan yüksek faizin tek suçlusu da, borçlanmaya devam ettiği için devlet olarak görülüyor. Suçlulardan birisinin devlet olduğu doğru ama, tek suçlu o mu acaba ? Bankaların faiz aşkı Esas kabahatli devlet tabii ki. Zira kendi bütçesini doğru dürüst yönetemeyip açık verdiği, lüzumsuz harcamalar yaptığı ve açığı kapatmak için borç almaya başladığı için meselenin kaynağında devlet duruyor. Ama reel faizin düşmemekte direnmesinde yüksek borç stoku kadar, piyasaların hükümete güvenmemesi ve IMF programının sürdürülmesinde endişelenmesi olduğu söyleniyor. Konu iç borç ise , "piyasalar" denilince anlamamız gereken 10 tane bankadır. İç borç stokunun önemli kısmını portföylerinde taşıyan ve borç faizinin belirlenmesinde etken olan bankalar. Yıllardır yüksek reel faizin bağımlılık yapan karlarına alışan bu bankalar da oranların aşağıya düşmemesinde rol oynuyorlar. Görünürde böyle bir iddiayı reddetseler de karlarının çok büyük kısmını, bu zahmetsiz yoldan almaya alışmış bankaların reel faizlerin aşağıya düşmesini istediklerini düşünmek biraz safdillik olmaz mı ? Bilançolar ortada Merkez Bankasının konsolide rakamlarına baktığımızda gerçek apaçık önümüze çıkıyor. Bankaların ana gelir kalemi olan faiz gelirlerinin % 53'ü hazine bonosu ve devlet tahvillerinden geliyor. Piyasaya verilen kredilerden kaynaklanan faiz gelirleri ise % 21. Üstelik bu kredilerin ödenmeme , batma gibi riskleri de var. Bankaların esas faaliyetinin, topladığı mevduat ve özsermayesini kredi olarak satmak diye bildiğimiz genel prensip'in Türkiye'de pek de cari olmadığı görülüyor. Devletten aldığı faiz gelirine ve kamu fonlamasına bu derece odaklanmış bir bankacılık sisteminin reel faizlerin düşmesine direnç göstermeyeceğini söyleyebilirmiyiz? Bilançoları devletten gelecek faize bu derece bağımlı hale gelen bankaların, zararını bilerek de olsa, bu alışkanlıklarını bir çırpıda bırakacaklarını tahmin etmiyorum. Reel faiz düzeyi gerçekçi değil Reel faiz, bono ve tahvilin yıllık bileşik faizi ile beklenen enflasyon arasındaki farkın ifadesidir. Yani enflasyondan arındırılmış orandır. Bu oran genelde piyasa şartlarında ve risk algılama düzeyine göre belirginleşir. Tabii ki devletin borç alma ihtiyacı da temel bir belirleyicidir. Türkiye'nin sığ şartlarında ise piyasa denilince birkaç bankayı görüyoruz. Bunların risk algılamaları veya bilanço ve gelir önceliklerine göre de reel faiz düzeyi şekillenebiliyor. Devletin sürekli ve artan borç talebi de oranın aşağı düşmesini engelliyor ama, bankalar biraz daha düşük faizlerden borç vermeyi kabul etseler, hepimizin belini büken reel faiz cenderesi biraz olsun gevşer. Esas çözüm tabii ki bankaların faiz indirimi değil, devletin adam gibi yönetilip borçlanma ihtiyacının aşağı çekilmesidir. Ortada iştahla borç alan bir devlet olmazsa, bankalar ister istemez talep ettikleri faizi aşağıya çekecek ve devlet yerine işletmelere kredi vermeye başlayacaklardır. Hiçbir tarafı günah keçisi yapmamak lazımdır ama problemi bileşenlerine ayırmak da teşhisi kolaylaştırır.