Zamana tanıklık etmek

A -
A +

Başlıktaki ifade bana ait değil. Tayyip Erdoğan, milletvekilliği adaylığının reddedilmesi üzerine yaptığı konuşmada, tüm vatandaşların, yaşadıkları zamana tanıklık etmekte olduğunu söyledi. Gerçekten de , türk siyasi hayatında bu ölçüde çetrefil, değişken ve karmaşık bir seçim atmosferi herhalde müşahade edilmemiştir. Seçim ülke gündemine yerleştikten sonra 3-4 ayda yaşananlara baktığımızda, benzeri daha önce görülmemiş birçok hadise vuku buldu. Suni partiler kurduruldu, ittifak arayışları, perde arkası pazarlıklar, siyaseti dizayn çalışmaları milletin başını döndürdü. Bunların üzerine bir de , seçmen nezdinde en büyük desteğe sahip olduğu gözlenen bir partinin genel başkanına yasak getirildi. İlklerin ülkesi Türkiye Bu ülkenin, müspet yönde ilk olabildiği alanlar veya hadiseler azdır. Ama, olumsuz ilkleri de tarihe kazandırmakta bir hayli başarılıdır Türkiye. Övünülecek bir tarafı olmamakla birlikte, bu özelliği ile daima ilginç bir ülke olmuştur. Seçime 45 gün kala, birinciliğe oynayan bir partinin genel başkanına milletvekilliğini yasaklamak da herhalde bu ilklerden en çok konuşulanı olacaktır. Kavramların, kurumların ve kuvvetlerin bu derece iç içe geçtiği bir başka ülke daha var mıdır bilmiyorum. Kanunlar hukukun uygulanmasını, hukuk ise adaletin tesis edilmesini sağlar. Türkiye'de ise bu tabii etkileşimin olması gerektiği gibi geliştiğini söylemek ne yazık ki zor. Gelişmişliğin Kriterleri İktisat ilminde neo-liberal yaklaşımlar, ekonomik kalkınmanın temel kriterlerinden birisi olarak demokratikleşmeyi ve açık toplumu öngörür. ABD'li yatırımcı Soros'un, yatırım yapacağı ülkelerde aradığı özelliklerden birisinin açık ve demokratik toplum olduğunu birçoğumuz duymuşuzdur. Bunun basit bir mantığı var esasında. Demokratik hakların serbestçe kullanıldığı, toplumun şeffaf ve açık bir şekilde yaşadığı ülkeler, kalkınma ve refahı kalıcı hale getirebilirler. Rahmetli Özal'ın "3 temel hürriyet" vurgusunu hatırlayın lütfen. Korku ve vehimlerle içine kapanan, kendisi ile uyumlu olmadığını düşündüğü her fikre tehlike gözüyle bakan bir devlet yapısının, yatırımcıya, borç verene, kısaca ekonomik aktörlere güven verebileceğini düşünebilir misiniz. Hukukun korku ve vehimlere göre eğilip büküldüğü bir ülke, parasını o ülkenin ekonomisine yatıranların haklarını koruyabilir mi? Böyle bir ülke , istikrar ve şeffaflık arayanlar için nasıl cazibe merkezi olabilir ki? Avrupa Birliği Penceresinden AB, temel olarak ekonomik bir oluşumdur. Çıkış noktası da ülke ekonomilerinin güçlerini birleştirerek bir sinerji oluşturması hedefidir. Buna rağmen, AB için üyelik şartları sadece ekonomik kriterlerle sınırlı tutulmamıştır. Demokratikleşme ve hukuk kriterleri de en az diğerleri kadar öncelik arz etmektedir. Bunun sebebi çok açık değil mi. Ancak demokratik yapısı sağlam, hukuk sistemi bağımsız ve doğru işleyen ülkeler, ekonomik olarak kalıcı bir refaha kavuşabilir. Türkiye'nin, yerine getirirmiş gibi göründüğü, ama bir türlü özümseyemediği AB siyasi kriterleri, işte bu sebepten ekonomik entegrasyonun da ön şartıdır. İnsanından Korkmayan Devlet Türkiye, bir yandan çağdaş dünyaya entegre olmaya çalışırken, diğer taraftan da, devletin korkularından kaynaklanan savunma refleksleri ile karşı karşıya kalmaktadır. Bizler, bu ikilemin doğurduğu çelişkilere şahitlik etmekteyiz. Tayyip Erdoğan'ın "zaman tanıklık etmek" olarak adlandırdığı da bu olsa gerek. Bu ülke, içinde yaşayanları ile bir bütün olarak kalkınacak, büyüyecek ve çağdaş dünyada yerini alacaktır. Devlet, insanından korkmamayı, vatandaşının inisiyatifini kısıtlamamayı başardığı oranda Türkiye huzura ve ekonomik refaha kavuşacaktır. Böyle bir ülkede yaşamak hepimiz için hem bir hak, hem de hedef değil midir ?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.