Gelir dağılımındaki dengesizlik başlıca tartışma konularından birisidir Türkiye'de. Her ülkede ultra zenginler ile kıt kanaat geçinenlerin oluşturduğu tezat tabloları vardır. Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ise, bu durum bir sosyal sıkıntı halinde tezahür eder. Sermaye birikimini yeterince sağlayamamış, ekonomik altyapısını da iyi oturtamamış olan Türkiye, gelir dağılımındaki adaletsizliğe çok keskin bir örnek olmaya devam ediyor. Devlet İstatistik Enstitüsünün milli gelir ve bölüşüm kalıpları esas alınarak yapılan hesaplamalar, 2002 yılı Türkiye'sinde gelirin paylaşımındaki hazin ve ürkütücü tabloyu ortaya koyuyor. Toplam Milli Gelir olan 188 milyar doların 20 milyar doları yaklaşık 150 bin aileye gidiyor. Üstelik bunun içinde ilk 20 bin ailenin yıllık geliri 12 milyar dolar. En zengin % 1'lik kesimde aylık hane geliri 50 bin dolar iken, en alttaki % 1'lik kesimde bu miktar 150 dolara düşüyor. Tam 333 kat fark var arada. Çarpıklık bunun neresinde ? Serbest piyasa ekonomisinde servet ve sermaye birikimlerine herhangi bir kısıtlama getirilemez tabii ki. Bu rakamları ortaya koymaktaki amacımız da servet düşmanlığı yapmak değil. Aksine, sermaye birikiminin olduğu, tüketimin arttığı ekonomilerin daha sağlıklı hale geleceğini de biliyoruz. Ancak, sosyal yönü eksik kalmış ekonomik büyümelerin menfi etkilerini de uzun uzun sayıp dökmeye gerek yok. Gelir dağılımının bu derece adaletsizleştiği, servet ve sermaye birikiminin yaygınlaşmayıp, dar bir zümrenin elinde toplandığı ekonomilerde rakamsal olarak büyüme sağlansa bile, ekonomik gelişmeden ve kalıcı büyümeden söz etmek imkansızdır. Ülkenin Milli Geliri artmazken nüfus büyüyorsa, diğer yanda da dar bir zümrenin eline geçen gelir yıldan yıla artıyorsa burada ekonomik büyümeden değil, bir fon ( kaynak ) transferinden bahsedilebilir ancak. Nitekim yıllardır olan da budur Türkiye'de. Ekonomi büyümezken, iç borç sürekli büyümektedir. Devlet aldığı borç karşılığında, kendisine borç verenlere sürekli daha çok ödeme yapmak durumunda kalmaktadır. Bu ödemeyi finanse etmek için de, yeni vergiler, ek vergiler, fonlar, kesintiler vs. çıkartarak geniş kesimlerden fon toplamaktadır. Fonların vatandaştan toplanıp dar bir zümreye transferi dediğimiz budur. Kötü para iyi parayı kovar Gelir dağılımındaki temel sebeplerden birisi devletin sürekli daha fazla borçlanması ise, diğeri de üst yapıdaki çarpıklıklardır. Mali ve idari mekanizmalardaki aksak yapı, gelirin haksız ve çarpık bir şekilde belirli ellerde toplanmasına yol açıyor. Bir tarafta yolsuzluk ekonomisinden beslenen insanlar, diğer tarafta ise, verginin tabana yayılmamasından dolayı, vergisiz kazançlarla zenginleşen zümreler. Dikkat edilirse, buradaki esas problem, sermayenin, yani gelirin belli ellerde toplanması değil, sermayenin katma değer sağlamaksızın el değiştirmesidir. Oluşan servet birikiminin, büyük oranda yatırıma, istihdama dönüşmemesidir. Milli gelir artmamakta, ama birilerinin cebine azalarak giren para, bir kaç onbin kişinin birikimi haline dönüşmektedir. Ortaya çıkan servet artışları, ekonominin büyümesinin değil, zaafiyetlerinin sonucu olmaktadır. Tehlikeli olan da budur. Türkiye'de acilen yapılması gereken, refahı tabana yayacak, zenginin elindeki sermayeye zarar vermeden, geniş kitlelerin milli gelirden daha çok pay alacakları üretime dayalı bir yapıyı oluşturmaktır. Vergi reformunun ve her türlü gelirin vergilendirilmesinin sağlanması, yolsuzluk ekonomisinin mutlaka ve tez elden önünün alınması çok önem arzetmektedir. Ve tabii ki, ekonomik ahlaksızlığın temelinde yatan birinci unsur olan kamu borçlanma ihtiyacını ve reel faizleri aşağıya çekmek öncelikle sağlanmalıdır. Faiz tasarrufların değerlendirildiği bir enstrüman değil , zenginleşme vasıtası olmaya devam ettikçe gelir dağılımı da düzelmez, refah toplumu da sağlanmaz.