Zihindeki kanallar

A -
A +

Dün Yıldıray Oğur Taraf'ta ilginç bir İlker Başbuğ seçkisi yapmıştı. -Bir kısmı hükümete yakın- yazarların, GK Başkanı olduktan sonra Başbuğ'un 'müspet olduğuna dair' yazıları... Müspetten kasıt, hükümete tepeden bakmayan, topluma hiza intizam vermeyen... Çocukluğumda aile içinde 'filan paşa müspetmis' diye konuşulurdu. Anlamı 'dindarlara fazla ilişmez'di. Yıldıray'ın potpurisindeki alıntıları okurken o zihin kodlarının devam ettiğini düşündüm. Başbuğ'un -o tarih itibariyle- hükümetle çatışmayan, selefi gibi 'özde-sözde' konuşmaları yapmayan halini pek bir beğenmiş, mutlanmışlar yazı sahipleri... Lakin aynı 'müspet' paşanın bilahare 'salladığı parmaktan savaş gemisinden mesaj sarkıtmaya kadar' hiç de müspet olmayan söylemlerini hep birlikte müşahede etmiştik. Türkiye askerî vesayetten kurtulacak ise, zihinlerin de bu vesayetten 'kategorik olarak' kurtulmaları gerekir. Generallerin eylem ve söylemlerinin siyasete ve topluma müdahale açısından müspet veya menfi olarak telakki edilmediği, Genelkurmay başkanlarının 'siyasi iradeye saygılıyız' açıklamalarına sevinilmeyen, Esasen, böyle bir açıklamanın yapılmasının gerekmediği, Askerlerin seçilmiş hükümetlerin emrinde olduklarını söylemelerinin 'alkışlanacak bir erdem' değil, malumun ilamı olduğu, Normal, kendi düzeninde işleyen, standart bir demokrasi lazım bu ülkeye... Geçmişin kodlarıyla düşünmeye alışanlar da, kurulu düzenin ve ideolojik kabullerin zihinlerinde açtığı düşünce kanallarınndan kurtulmalılar... 12 yıl Zorunlu eğitim 12 yıla çıkacakmış. Eğitimin temel meselesi zorunluluk süresi midir, yoksa 'tevhid-i tedrisat' adlı zorlama mıdır? Tektipleştirilmiş eğitimin sonuçları bu kadar ortadayken bunun süresini uzatmak yerine, bu prangayı çözüp eğitimi çeşitlendirmek daha iyi olmaz mı? Kohabitasyon Gazetemizin eski başyazarı rahmetli Yalçın Özer 28 Şubat döneminde yazdığı, askerî zihniyeti tahlil eden muhteşem yazılarından birinde 'askerlerin kışladaki katı hiyerarşisinin mesai dışında da lojmanlarda, orduevlerinde devam ettiğini ve toplumdan tamamen izole haldeki bu yaşamın bir 'kohabitasyon etkisi' oluşturduğunu' tespit etmişti. 'Hep bir arada ve aynı yaşam tarzında yaşamak' olarak tarif edebileceğimiz kohabitasyonun toplum ve bürokrasi üzerindeki negatif tesirlerini anlatmıştı. Dün bizim gazetede Salih Bilici'nin 'Başbuğ Haberal'ı seçti' haberini okurken Yalçın Abi'nin kohabitasyon yazısını hatırladım. Diğer tutuklu subaylar 'kendilerini yeterince kollamadığı ve arkalarında durmadığı gerekçesiyle' Başbuğ'la beraber kalmak istememişler. Askeriye'de bir mahalle baskısının olduğu hep bilinir. Hatta bu baskının emeklilikte bile devam edebileceğini, diğer paşaların Hilmi Özkök için söylediği 'orduevlerine nasıl gelebilecek' sözüyle anlamıştık. Anlaşılan o ki, askerlerdeki kohabitasyon ve mahalle baskısı emeklilikten sonra cezaevinde bile devam ediyor.

300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.