Güldürmeyin adamı

A -
A +

Futbolumuzu küçümsemiyoruz... Alaya da almıyoruz... Mal bizim çünkü... Ama Almanya'da yayın yapan "11 Freunde" dergisi, F.Bahçe-G.Saray maçları için "Dünyanın 3. büyük derbisi" damgasını vurdu... Bizim için onur belki bu yakıştırma... Ama... Kazın ayağı öyle mi? F.Bahçe-G.Saray karşılaşmaları yaklaşırken, spor ortamı keman yayı gibi gerilir... Önce karşılaşmayı yönetecek hakem didik didik edilir... Daha önce bir vukuatı varsa "temcit pilavı" gibi sofraya getirilir... Sonra yönetici beyanatları... Ger gerebildiğin kadar... Deplasmana gidecek taraftarlar için tel örgülü kafes tribünler hazırlanır... İstanbul Belediyesi'nin en hurda otobüsleri ile taraftarlar taşınır... O otobüslerin camı çerçevesi "havadar olsun" diye söküp atılır... Ellerde döner bıçakları, taşlar, sopalar sallanır yol güzergahı boyunca... Ve stattaki sürprizlere sıra gelir... Bazen üstlerine bozuk yumurta, dışkı ve idrar dolu torbalar da fırlatılır... Misafir ekip boş durur mu? Onlar da imzalarını atacak bir şeyler bulur elbet... Ne kadar koltuk varsa sökülür yerlerinden... Tuvaletlerin tüm muslukları, aynaları, kapıları, fayansları sökülüp, paramparça edilir... Sahadaki, futbolcuların başına, cep telefonundan tutun da, ayakkabı, çakmak, davul tokmağı, bozuk para, pet şişeler, daha neler neler atılır... Maç biter ama eylem bitmez... Stat dışında bir maraton kovalamacısı başlar... Bazen Kızıltoprak'tan Kadıköy vapur iskelesine, bazen Mecidiyeköy'den Şişli, Beşiktaş yönlerine... Ele geçen rakip takım taraftarından, kan çıkarılır yakalandığında... Yollardaki araçlar, dükkanlar nasiplerini alır bu kargaşanın sonucunda... İşte Almanya'nın en ciddi dergilerinden biri olan "11 Freunde" dergisinin, dünyanın en büyük 3. derbisi dediği F.Bahçe-G.Saray maçları, böyle başlar böyle biter... Niye üçüncüyüz ki... Şirretlikte, maç önü ve sonrası taraftar teröründe birinci olmak dururken, 3.lük ne demek... Ne kadar ayıp etmişsin 11 Freunde, ne kadar ayıp etmişsin! GÜNÜN UYARISI "Sus, sus, sakin ol... Sakın gol sevincini yaşama, alkışlama... Çünkü Aziz Yıldırım burada" Terziler iki oldu! Sayısını unuttuk... Sütunlarımızı bugüne kadar boş bir mesele yüzünden boşuna harcamışız... F.Bahçe'nin hırçın adamı Emre Bölezoğlu'nun, her maçta giydiği sarı-lacivertli formanın kollarını ve yakasını rastgele kestiğini dile getirdik defalarca... O kutsal formanın, asaletini, kalitesini, geçmişteki başarı dolu tarihini hiçe sayarak doğrayan Emre'ye, belki bir yönetici "Dur ne yapıyorsun" diye engel olur zannettik... Senede en az 50 formanın canına okuyan Emre'ye kızmak, kulağını çekmek şöyle dursun, şimdi bir "mürit" daha eklendi... Özer Hurmacı... Demek ki, F.Bahçe sadece futbolcu almıyor, acemi terzilerin de staj yeri sanki... Kesin bakalım, kesin... Makasladığınız forma "Aziz Babanızın" malı değil... Onlar, 110 yılık geçmişi olan, bazen zamanında bir formayla bir sezon maça çıkan, yırtıldığında diken, yıkayan, ütüleyen, nice sarı-lacivertli kahramanın anısının bulunduğu formadır... Boşuna konuşuyoruz belli... Asılmış adamın evinde, ipten nasıl bahsedilmezse; terzilerin (!) bol olduğu yerde, makastan bahsedilmez ki... Yıldız futbolcu FIFA'nın yine gündeminde... 2010 Dünya Şampiyonası Finallerinde, yıldız futbolcuların mutlaka korunması gerektiği fikrinde ısrarcı ve yaptırıcı olmak istiyor FIFA... "Yıldız futbolcu korunacak!" Emir büyük yerden... Sanki ortalık, Pele, Beckenbauer, Cruyf, Platini kaynıyor... Geçtiğimiz günlerde Lig TV'de Eskişehirsporlu Ümit Karan'la bir söyleşi vardı... Yıldız futbolcuların korunması konusunda kendisine sorulan soruya, o, kendisinin de bir yıldız olmasına rağmen bakınız ne cevap verdi: "Ben bu olaya karşıyım... Ne demek yıldız futbolcu korunacak... Yıldız olmayana tekme serbest mi... Hepimiz ekmeğimizi ayaklarımızla, kafamızla kazanıyoruz... Korunacaksak, hepimiz korunalım..." Bu sözlere "Helal olsun" demekten başka bir alkışımız olamaz... FIFA, sadece sahadaki oyunları ile futbolun cazibesini arttırmayı, marka değerini korumayı düşünürken, esas korunması gereken, beyni, düşüncesi ve karakteri düzgün olanları koruma altına alsa ya... Minibüsten, Aston Martin'e Türk futbolunda, alt yapılardan gelip, zirvelere çıkan çok az futbolcu vardır... Arda da bunların en sonuncusu... G.Saray'ın, elinden kaçırmamak adına, ağabeylerinin elinden kaptanlığı alıp ona sunması, bir yöneticilik taktiği değil, belki de, bir futbolcusuna yapılmış en büyük yanlış olmuştur... F.Bahçe'nin Arda ile ilgilenmesi üzerine, Ayhan, Servet, Sabri gibi eskileri kenara atıp G.Saray'a kaptan yapılan, ücreti bir Alex sınıfına getirilen genç futbolcu, şöhretin ve omzuna takılan erken apoletlerin altında eziliyor adeta... Daha düne kadar dolmuş ve minibüsle antrenman sahasına gelen Arda, şimdi "James Bond" filmlerinin vazgeçilmez arabası "Aston Martin DB 9"la Florya yollarında cirit atıyor... Şöhretin bedelini değil, keyfini çıkaran Arda bununla kalsa iyi... Sevdiği kişinin filmini izlemek için, salon kapatıyor... Rijkaard, takım Antalya'ya kampa götürmek istemişken, Arda kampın İspanya'da yapılmasını istiyor... Reddedilince de, tedavisini bahane edip, Antalya'ya iki gün sonra gidiyor... Uçağı kaçırıyor vs. vs... Paranın ve erken şöhretin ağırlığı altında, kimlik değiştiren; futboluna parmak ısırtan ama yaşantısı ile gelecek için iyi sinyaller vermeyen Arda; Metin Oktay'ın 10 tane "10 numaralı formasını" giyse, belli ki bir Metin Oktay, asla olamayacak galiba...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.