Aman avcı, vurma beni!

A -
A +

Şu federasyonların özerklik işi olmadan önce, bir taraflarımızı yırttık... "Bize hürriyetimizi verin" diye çırpınanların çoğu, iyi ve kalıcı güzelliklere imza atmaya devam ediyor... Zamanın Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay'ın da, gönülden ve yürekten istediği özerklik, federasyonların kendi ayakları üzerinde durmasını sağladı... Devlet, kapısında, bir odadan, diğer odalara gidip gelen ve sonunda bıktıran bürokrasi evrakları, yerini yönetim kurulu kararlarına bıraktığında, ülkemizde güzel şeyler olmadı değil hani... Ne dediler, ne yaptılar Ama bazı, koltuklarının ağırlığı altında ezilen federasyon başkanları ise, hürriyetin fazla şımarıklığında buldu kendisini... Mesela Atıcılık ve Avcılık Federasyonu... Yıllardır şikayetlerin, bini bir para... Onlar, göreve gelirken "Yeni tesisler kuracağız" ve "Maddi destek vereceğiz" dediler... Kuramadıkları, veremedikleri gibi, İstanbul, Manisa ve Trabzon gibi "Yivli Silahlar Poligonları" yıkıldı... Sivil sporcular, poligonları olmayınca, kuru tetik çalışmaya başladı... Diyarbakır'daki poligon ise yıkılmaya mahkum edildi... Seçim vaadi ile oy alınan avcı kulüplerine verilen, ikişer adet tüfekler ise, faturasız olduğu için kulüplerin başına dert oldu... ŞİKAYET ÜSTÜNE ŞİKAYET Bitmedi... "Sarsılmaz ödülleri" adı altında Kocaeli'nde yapılan "Trap-Skeet Yarışmalarında" dağıtılması gereken para ödülleri, hâlâ daha sahiplerini bulmadı... Bu federasyon için, Cumhurbaşkanı'na, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı'na, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'ne, şikayet dilekçeleri gönderilerek, devletin en üst makamları bilgi sahibi edildi, işin tehlikesi anlatıldı... Sonuçlar ne zaman alınır bilinmiyor... Ama 2009 Ekim ayında İstanbul'da yapılması gerekirken Dünya Kupası Final Yarışmaları'nın Çin'e kaptırılmasının hesabı sorulmamış; bir zamanlar hakem kurulu başkanlığını yapmış kişilerin bile saf dışı bırakılmasının nedeni henüz anlaşılamamıştır... DERTLİ İNSANLARIN TÜRKÜSÜ Atıcılık ve Avcılık Federasyonu'nun bol karavana attığı bir ortamda, bu işlere gönül vermişlerin küstürülmesi ve dışlanması, keyfiliğin sınırlarını da genişleterek, avcılığa yürekten bağlı kişiler, tabiatın içinden kaçırılmıştır... Daha yazacak çok şey var ama fazla da, deşmeyelim kanayan yaraları, soruşturmaların sonucunu bekleyelim... Atıcılık sporunun, ciddiyetini hızla kaybetmesi, eski başarılı günlerini aratması, hiç de, hoş bir şey değil aslında... Dünya ve Avrupa şampiyonalarının sporcuları, neden şimdi küskünler, neden başları dik değil? Üstelik ortalıkta paylaşılamayan ne var ki? Sporsa spor, yarışmaysa yarışma... Güzellikleri 10'dan vurmak dururken, neden karavana atılıyor bu federasyonda; anlamak mümkün değil... Biz iyisi mi, bir içli türkü tutturalım ağırdan, ağırdan: "Aman avcı vurma beni... Ben bu dağın maralıyım... Hem maralı, hem yaralı... Avcı vurmuş yaralıyam..." Ermansızlık çok mu zor? Defalarca söyledik... Futbolda eğer şiddeti önlemek istiyorsak "Toroğlu ve Çakar'ın sesleri kısılmalı" diye... Çünkü işin içine; pozisyon değerlendirirken, kışkırtmacılık, aşağılama, alay etme, küçümseme ve hakaret girerse, bu sporun seyircisi olan, vurdulu kırdılı kesim, sanki "Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz'dir" komutunu almış gibi, rakip renklerin üzerine çullanır... Çullanmakla kalmaz, kan akıtır, kafa patlatır bir de... Bu bugüne kadar böyle oldu... 10-15 kameranın zor yakaladığı bir pozisyonu, ince eleyip, sık dokuyarak, hakemlik müessesesini karalayan sözcüklerin ağızdan çıkması, hem hakemlerimizi, hem de futbolu adam gibi seyredenlerin kafalarını, düşüncelerini ve yaşantılarını değiştirdi... Ama şimdi görüyoruz ki; Toroğlu'nun yokluğunda erken hasret çekenler (!) kampanya başlatmaya hazırlanıyor: "Toroğlu'nu bize verin!" FUTBOLU, YALIN SEVMEK Futbolun, sahada oynanıp, sahada kalması gereken sorunlarını, yağlayıp, ballayıp kulağımızın östaki borusunun içine kadar, bağıra bağıra sokanların, bu kadar çabuk özlenmesi, yangın çıkarmaya meraklı Molotofçuların çığırtkanlığı gibi geliyor bize... Halbuki; herkesin kafasına göre, birer Toroğlu olması daha güzel değil mi? Kahve kültürünün bile, kendine has değerlendirmelerinin güzelliklerini, o on binlerce yorumcunun, özgürce yapması, daha sıhhatli değil mi? "Penaltı penaltı gibi olmalı... Böyle kavak ağacı gibi devrilmek inandırıcı gelmedi bana... Elindeki o sopayı... Hakem misin, yoksa trafik memuru mu... Ben onun kafasındaki tilkiliği biliyorum..." Bunları her Maraton'da duymadık mı? İçinde hakaret, aşağılama, çokbilmişlik taslama olan yorumların özlenmesi ne demek? Çığırtkanlığın daha ilk günden yapılması yerine, evlerimize gelen sakinliğin, ertesi günlere olumlu yansımasının güzelliğini hiç mi özlememişiz; hiç mi, sinir sistemimizi zorlamadan bir hafta sonu geçirmenin bahtiyarlığını duymamışız? Alışacağız, alışacağız... Ve gün gelecek, Toroğlulu günlere acıyacağız...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.