Pişkinlik, herkesin oynayacağı bir rol değildir... Bunun için, biraz vurdumduymaz, biraz keskin dilli, biraz da "ben bilirim, ben yaparım" anlayışının hakim olması gerekir insanda... Karşınızda, koskoca F.Bahçe... Bir asırlık mazisinde nice zaferler, nice hüzünler yaşamış bir güzide takımımız... Ve bu takımın yönetiminden geçen nice isimler... Bazen, koca sezonda tek bir yenilgiyi bile içine sindirememiş... Bazen, şampiyonluğu son maçta kılı payı kaçırmış... Bazen, taraftarın daveti ile gelip, her geldiğinde de F.Bahçe'yi şampiyon yapmış başkanlar... Uzun lafın kısası "Cumhuriyet" yakıştırmasının gerçekten çok yakıştığı bir takım F.Bahçe... *** 12 yıldan beri, sarı-lacivertli takımın başkanlığını kimselere bırakmayan, yerine göz dikenleri bir bir harcayan Aziz Yıldırım "3 yıl üst üste şampiyonluk" sözü ile tekrar seçildiği son kongreden sonra, sözünü yerine getirememenin sıkıntısını, nedense fazla yaşayamayan bir tutum içinde... Başkan, her başarısız kupa mücadelesinden sonra, mutlaka rotayı başka yerlere çekerek, gündemi anında değiştirmesini bilen biri... Zaten o yüzden 12. yılını tamamlamıştır F.Bahçe'de... İşte bu sezonun bilançosu... Avrupa bitmiş... Ziraat Türkiye Kupası'nda "29. Yıl hasreti" başlamış... Üstelik Yeni Malatya gibi, kendisinden iki kategori aşağıda ve sadece 2.2 milyon euroluk bir ekibe yenilerek veda edilmiş bu kupaya... Ligde, liderden 9 puan geride olmak da bir başka olumsuzluk... Takım kaynıyor, kaçan kurtulduğunu zannediyor... Ama bu başarısızlıkların kesilen faturaları, belirtilen adreste bulunamıyor nedense! Oysa hepsi göz önünde olmasına rağmen üstelik... Yok böyle bir şey... F.Bahçe Başkanlığını sadece tesis başkanlığı açısından mükemmel yerine getiren Yıldırım, futbol takımının ortaya çıkardığı hüsranların üstünü, bu tesis atakları ile örtmeye çalışırken kendi açısından günü kurtardığını zannediyor... Tabii ki yaptıkları güzellikler unutulmaz, aksine alkışlanır... Tabii ki, artılarını görmemek, dünyanın ayıpları arasında yer alır... Ama F.Bahçe'nin, hiç de istenilmeyen şu durumda olmasının tek sebebi, ne yazık ki başkan ve bu takımın teknik adamıdır... Hâlâ daha ortalıkta "İstifa yok hepimiz yerindeyiz" demek, artık taraftarın da canını sıkmaya başladı... Sevgili Öcal Ağabeyin hoşgörüsüne de sığınarak, birkaç gün önceki yazısının, son cümlesi ile bu işi bitirelim... "F.Bahçe'de, beton, futbolu yiyor!" Oysa taraftar, betonu değil, takımı alkışlamak istiyor... Özür ve kabahat G.Saray yeni stadına nihayet kavuştu... Mükemmel bir açılış töreni ve o töreni berbat eden ayıplı sesler... Biz işin ayıplı tarafını bırakarak, gerçek G.Saraylının isyan ettiği en büyük başka ayıptan bahsedelim... Bu stadın ismi, daha yakın zamana kadar Türk Telekom Arena'ydı... Bu isim, sponsorluk karşılığı tescil edildi... Duyumlarımıza göre de, 10 yıllık bedeli peşin alındı... Ama "Her şey para değildir" diyenler çıkıncaya kadar, geçerliliğini korudu bu isim... İnan Kıraç, Turgay Şeren gibi "Has G.Saraylıların" boğazına kadar gelen isyanları, ağızlarından bir volkan gibi çıktı... "Siz Mecidiyeköy'ü terk edebilirsiniz ama Ali Sami Yen'in ismini silemezsiniz!" Ve bu itiraz üzerine G.Saray Başkanı Adnan Polat TV ekranlarından durumu kurtarmaya çalıştı! "Özür dileriz, dalgınlığımıza geldi unuttuk. Stadımızın ismi Ali Sami Yen Spor Kompleksi ve Türk Telekom Arena'dır..." Şimdi adama sormazlar mı? Neyi unutuyorsunuz? Bu unutkanlığın; insanın nikâhına, canı kadar sevdiği annesini, babasını davet etmeyi unutmaktan ne farkı var? Ya da bir önemli törene giderken, üstüne papyon kravat, smokin ceket giyip, altına pantolonu giymeyi unutmaktan ne farkı var? Unutulan, ne nikâh davetiyesi, ne pantolon... Unutulan koca G.Saray'ın kurucusu Ali Sami Yen... Böylesine büyük bir unutkanlığın özrü olur mu? Ve bu özür, kabahatinden büyük olur mu? Güldürmeyin insanı, güldürmeyin... Zaten, her şey ters gitmeye başladı... Tepkiler çığ gibi... Takıma, klas bir futbolcu alabilmek için transfer parası bulamayıp, açılıştaki konser, gösteri gibi, gelip geçici güzellikler için 2 trilyon harcayanların affı olamaz... Orada bir köy var, ta yakında... O köyün ortasında da, seçimi bekleyen kongre salonu... Kapan alıyor! Beşiktaş, 3 Portekizliyi getirip, büyük hava bastı ya... Eli ayağı birbirine dolaştı adeta... Bir ara elindeki yabancı sayısı 14'e çıkan ve bu yüzden ne yapacağını şaşıran yönetim, kendine göre basit ama başkalarına göre acayip çarelerle işi çözdüğünü zannediyor... Ortalıkta bir çözüm var ama bu neredeyse 30 milyon euroluk bir çözüm... Holosko, bildiğiniz gibi İst.Büyükşehir'e kiralandı... Büyükşehir'in böyle bir talebi de yoktu aslında... Ama "Al sana Holosko, parası benden" dendiği için "eyvallah" dedi bu işe... Zavallı Fink, yine sözleşmesi dondurulanlardan... Sezon başında da aynı şey başına gelmişti... Sonra ihtiyaç duyuldu, kucaklandı... Şimdi yine "tu kaka!" Ferrari için başkan, Schuster'e rica da bulunuyor: "Kadrodan çıkarma." Mecburiyetten o da kalıyor... Tabata ise direndikçe direniyor: "Ey Schuster, bana düne kadar, taraftarın isyanına rağmen devamlı forma veriyordun, şimdi ne oldu da kötü olduk?" Onun da bileti kesilecek eninde sonunda... Tabii bütün bunlar Beşiktaş'ın kasasını, pardon başkanın cebini kemiren zararlar... Biz, F.Bahçe'deki yönetimi eleştiriyoruz... G.Saray'daki yanlışlıkları... Beşiktaş mı onlardan geri kalacak sanki? "Al birini, vur diğerine" diye buna denir işte...