Siz hiç "Acele yüzme öğretilir" diye bir tabela gördünüz mü ? Gördünüzse, yüzme öğrenmek için kayıt yaptırdınız mı ? Ve sonunda "acele" yüzme öğrendiniz mi ? Sonra da "nasıl olsa yüzme biliyorum" diye okyanusa balıklama daldınız mı? Köpek balıkları arasında kulaçlarınızla dalga geçtiniz mi ? Tam nefesinizin bittiği anda, uykudan uyandınız mı ? *** Hayatın, aldatmaca çalımını hemen hemen yemeyenimiz yoktur... Bazen direkt, bazen de, dolaylı yollardan mutlaka bir tarafımıza bulaşmıştır bu kandırmaca... Her ne kadar "Yemedik" desek de, kafamızı avuçlarımızın arasına alıp çoğu kez "Bu bana yapılır mı ?" diye iç geçirmişizdir... Çünkü, yaşamın içinde, kuvvetlinin zayıfı ezdiği, suların derinliklerinde de, büyük balığın, küçük balığı midesine indirdiği hep vakidir... Kandırmacanın, çeşitli yolları vardır aslında... Hani "trafiği açıyorum" diye, orta refüşlerdeki yeşilliği yok edip, yolları genişletmeyi bir marifet sananlar da, kandırır bizi... "Yeşile hasret" kaldığımız bir kentte, elde kalanları da, dozerlerle kökünden söküp, beton yığınına döndürmek "düğüm" olmasına rağmen, bizlere "çözüm" diye sunuluyorsa, bu zaten kandırmacadır... Ama yersek... *** "En ağır işçi benim, çünkü 24 saat seni düşünüyorum" sözlerinin hemen sonrasında, gönlünü bir başkasıyla eğlendirenlere çoook şahit olmuşuzdur... Yahut da "Seni sevecek kadar yaşasaydım, ölümsüz olurdum" masum ifadesinin altından, daha çok zaman geçmeden, bir "Molotof kokteylinin" kızıl ateşinde kaybolanların hayatları da bir aldatmacadır... Zehirli fıçıları toprağa gömüp "ortalığı tertemiz yaptım" diyen vicdansızların, insan hayatı ile geçtikleri dalga da bir kandırmacadır... Okul önlerinde bir çikolataya, söndürülen ocaklar, geride bırakılan acılar da bir aldatmacadır... Yaşlı bir adamın yanına gelip "Amcacığım, sana yardım edeyim" diyerek, üç kuruşluk emekli parasını, hiç vicdanları sızlamadan çarpanların aldatmacaları da hayatın içinde en sık rastladığımız dramlar değil midir ? Biz, binmişiz bir hayat kayığına, çektiğimiz kürek, tuttuğumuz dümene göre değil, akıntının gücüne kapılıp gidiyoruz işte... *** Koca 90 dakikalarda sadece 10 dakikalık futboluyla, bir sezonun kaymağını yiyenler sanki kandırmıyorlar mı bizi ? Anadolu'nun her köşesindeki takımlarda kiralık oynayıp, ev kirasını zor çıkaran sporcularla, şampiyonluk kovalayacaklarını söyleyip, taraftarını uyutanlar da birer kandırmaca değil midir ? Ve hâttâ, bir frikik golünün zerafetini, her maçta, forma kapma avantaj üstünlüğü gibi görenleri, sanki hiç tanımıyor muyuz ? Savurduğu yumruğun, salladığı tekmenin, attığı adımın, minderdeki saltonun şatafatının altında yatan "doping" çirkinliğini, aylarca kimseye belli etmeden, şampiyonluk primlerini cebe indirenlerin "etik olmayan" davranışları normal midir ? Olmayan penaltıyı verip, gerçeğine düdük çalma cesaretini kendilerinde bulamayan hakemlerin, FIFA kokartının forsuna sığınıp, ligin gidişatıyla oynamaları insafsızlık değil midir ? Çünkü; aldatmacayı, marifet sananların uslanmak bilmeyen direnişleri karşısında, boynumuzun hep bükük, sesimizin hep kısık kalması, güçlünün, zayıfı ezme politikasıyla eşdeğerdir... *** FIFA'nın verdiği cezayı, haketmediğimizi tartışırken, olaylara sebep olanları gizleme; delilleri yoketme saplantımızdan kurtulamayıp, bu ayıbın bedelini öderiz biz... Ülkemizdeki çoğu stadımızda, her maçta koltuklar birer terör malzemesi olarak, kafa göz yarma işinde kullanılırken, siviller futbolcuları, emniyet güçleri rastgele taraftarı şiddetle sindirirken, futbolumuz dünya klâsmanında hızla gerilerken, biz hâlâ daha, lüzumsuz işlerin peşinde koşuyoruz... Yok 6 yabancı yetmez, sekiz, dokuz, on olsun... Yok efendim, vergi borçları affolsun... Gibi, yüzsüzlük ve avantacılık işleriyle uğraşacağımıza, sporumuzdan şiddeti, çirkinliği nasıl kaldırırız , onu düşünsek iyi olmaz mı ? Eyy yöneticim!.. "Kandırma kendini, kandırma!.." Eyy sporseverim!.. "Kaptırma kendini, bu oyuna, kaptırma!.. "