Dünyanın sayılı statlarından birisi... UEFA bile "5 yıldızlı" apolet takmış buraya... 2002 yılında yaklaşık 150 milyon dolara mal olmuş, övünmemiz gerekirken, dövünmemiz gereken stadımız Olimpiyat... Gitmeyen bir pişman, giden ise bin pişman... Bizler; yâni 2002 yılındaki ilk açılış maçı olan G.Saray-Olympiakos karşılaşmasında ders almayanlar; geçtiğimiz Pazar günü, bir defa daha boyumuzun ölçüsünü aldık. Eziyet, sadece zindanlarda işkence görerek çekilmez... Eziyetin kralı, Olimpiyat Stadı'nda çekilir en kralından! *** Futbol Federasyonu'nun "Çok kalabalık olur" düşüncesi ile bu stada aldığı "Süper Kupa" finali, ne yazık ki gereken ilgiyi göremedi. Çünkü, gidiş ve dönüşleri ıstırap çekilen güzergâh haline getirilen, polis kordonunun ağ örmesi nedeni ile biletli seyircilerin, basın mensuplarının cambazlık yaparak tribünlere ulaştığı bir yer, sakın ola ki, bir daha büyük bir organizasyona ev sahipliği yapmasın! Kimseyi bulamazlar... Rezil olurlar... F.Bahçe ve Beşiktaş taraftarının stada gidiş dönüş güzergâhını ayarlamakla işin bittiğini sananlar, bu uygulamanın rezilliği karşısında, sporsevere verdikleri eziyetin boyutlarının vebalini asla ödeyemezler. *** Bundan böyle, ayağımızın altına kırmızı halılar döşeseler nafile... Federasyonun süper ikramları devam etse nafile... Disiplin adı altında terazinin ibresini kaçıranlar, Silivri Cezaevine girişte bile böylesine sıkı kontrolden geçmeyenler, bu stada bir daha asla gelmez. Gelen de enayidir zaten... Dönüş yolundaki vukuatları saysak, polisiye dosyalar, adliye arşivlerine sığmaz... Kim kimi tutarsa... Kimin gücü, kime yeterse... Endişe ve korku içinde "Acaba evime dönebilecek miyim" sorusunun cevabını alamayanların, sportif aşklarıyla bundan böyle kimse oynamasın, alay etmesin. Sen elinde bileti olanları maça sokma ama İstanbul'un tüm seyyar köftecilerini, sucularını, korsan kaşkol, forma satıcılarını stadın çevresinde göz göre göre çalıştır. Ayıptır, utançtır bu... Suça iştirak! Hepimiz suçluyuz... Yani basın olarak biz, taraftar olarak biz, vatandaş olarak biz... Borç batağında, yüzme bilmeden çırpınanların, buna rağmen hava atmalarına ortak olduğumuz için suçluyuz. Önce, devlete olan borçlarını temizlesinler... Bankalara olan kredi borçlarını temizlesinler... Para babası başkan ve yöneticilere olan borçlarını temizlesinler... Sonra da, transfer bombalarını patlatsınlar. Vatandaşa gelince panter kesilen devletimizin, borçlarının üstüne çarpı attığı, her türlü kolaylığı ve toleransı gösterdiği takımlarımızın "Borç yiğidin kamçısıdır" prensibine bu kadar sadık (!) kalmasına seyirci gibi bakmasını, anlamak mümkün değil. *** Emekliye, memura, işçiye yüzde 4 gibi komik zam yapanların, benzine bindirme üzerine bindirme vergi koyanların, biraz da dikkatlerini, yedek kalacak futbolcuya bile 17 milyon euro sayanlara çevirip "kara listeye" alması gerekmez mi? 200 milyon doların üzerinde borcu olan bir kulüp, nasıl olurda 5 yeni yabancısına 50 milyon euro para sayar? Türkiye şartlarında, futboldan yılda 7 trilyon kazanmak adalet midir? Ve bunun vergisini bile birikmiş borçlarına ilave ederek, vurdumduymazlık psikolojisi içinde yaşamak hangi adalet ve vatandaşlık hakları ile bağdaşır? Bu ülkenin Başbakanı 10 milyon TL. maaş alırken, maç başına 30 milyon TL. cebine koyan, etliye sütlüye karışmayan futbolcu, neden bu kadar ayrıcalıklıdır? Adalet; kitabına uyduranlara başka, uyduramayanlara daha başka işlerse, yaşam çarkında sınıf farklılıkları ve isyanların önünü kimse alamaz. O insanları alkışlarken, şartların kenara ittiği insanların feryatlarını da duymak gerekmez mi? Adalet, işte o zaman adalettir.