Türkiye'de, şampiyon olmak, sahadaki futbolun gücü ile gerçekleşmiyor yalnızca... Zaten, koca sezonda toplasanız, şampiyon takımın göze hoş gelen, ya da, ayakta alkışladığınız kaç maçını bulabilirsiniz? Ya 3'tür, ya 4... Peki, geri kalan maçları kim alıyor? İşte, herkesin bildiği ama sesli olarak dile getiremediği, saha dışı mücadeledir bu işin ana sebebi... Hakemlerdir... Sahadaki atmosfere göre düdük çalan... Bazen "Önüm kapalıydı, göremedim" bahanesine sığınan... Bazen "Sahada gördüğümü çaldım" diye kesip atan, hakemlerdir... Ve yöneticilerdir ikinci büyük güç... Anadolu'da kendini bir "vali" gibi gören, sınırsız yetki ile donatılmış, "Cumhuriyet Başsavcısı" gibi kendini güçlü hisseden yöneticilerdir bir diğer sınıf... Ve başkanlardır... Arkalarına, yönetim kurullarını alarak, taraftarına şirin gözükme adına, kişiliklerinin dışında bir "gladyatör kostümünü" sırtına geçirip, eline iyi bilenmiş, su verilmemiş kılıcı alan başkanlardır esas aktörler... "Hakkımız yeniyor" diye feryat ederken, hak yediklerinin efendiliğini "Korkutma ve sindirme" gibi algılayıp, asıp kesen başkanlardır bunlar... Herkes korkar onlardan... Taraftarının büyüklüğüne göre, önce hakemler tırsar... Federasyon ise, sadece dişini gösterir ama ısırmayacağını da hissettirir... "Aman adımıza, koltuğumuza laf gelmesin" anlayışıyla teslim olurlar, her ne kadar dik dursalar da... Türkiye'de futbolun gidişi, otobanda trafik işaret ve kurallarına göre seyreden bir otomobil gibi değildir... Arada bir toslayan, tosladıkça "Yandım Allah" diye bağıran, diş çektirenin, birkaç uzvu kopmuşçasına bağırması gibi "Feryad-ı figan" edenler, diğer sürücülere verdiği zarar ve mağduriyete rağmen, trafik ceza puanını ve ödemesini başkasına yaptıranların dünyasındaki bir portföyün sahibidir... Bağıran, çağıran, tehdit edenin, mutluluğu yakalama şansının yüzdesi, oyunu kuralına göre oynamak isteyen zavallıların yanında, ezici bir hegemonya gibidir... Yıllardan beri, genelde "Çatır çatır" veya "Alkışlarla" şampiyonluğa uğurladıklarımızın sayısının, bilek gücünün saha dışı arenasındaki esintileri ile zirveye tırmandırılanların yanında, solda sıfır kaldığını hepimiz biliyoruz... Biliyoruz ama "Üç maymunu" oynamanın, en kolay tiyatro oyunu olduğunu da unutmuyoruz... Öyleyse kimse yerinden kıpraşmasın... Yangın yapmasın, hak aramasın... Bugüne kadar ezberlediğimiz filmleri, ilk defa seyrediyormuşçasına şaşkınlık içinde değil "Off ne filmdi be" diye izlercesine, bu işin figüranı olalım... Çünkü bizden, böyle isteniyor... Vizyon farkı Gün aynı gün... Birisi Çırağan Palace Kempinski Balo Salonu'nda, muhteşem bir tanıtım ve sunum yapıyor... 46. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu için varını yoğunu, görsellikle süsleyerek ve bu fırsatın Türkiye'yi tanıtım açısından önemini de düşünen Federasyon Başkanı Emin Müftüoğlu'nu kutlamamak elde değil... Hazırlanan dosyalar, gösterimler, filmler ve yapılacak tüm etkinlikler, dudak uçuklatacak zarafette sunuldu basın mensuplarına... Şimdi merakla bekliyoruz 11 Nisan'ı... Aynı gün bir başka federasyon ise işin kolayına kaçıp, küçük bir salonda, tarihimizin en büyük sportif gururunun, görsel tanıtımını yaptı... Ne için? Dünyanın en önemli bir organizasyonu için... Yani Dünya Basketbol Şampiyonası'nın son rötuşları anlatıldı herkese... En basit yoldan... Oysa böylesine büyük bir tanıtım, belki Sultanahmet'te kurulacak dev bir platformda, belki Dolmabahçe Sarayı'nda, belki Topkapı Sarayı Bahçesi'nde yapılsaydı, inanın ayakta alkışlardık... Vizyon fakirliği mi desek, yoksa işi ciddiye almama mı desek bilemiyoruz... Bir Dünya Şampiyonası tanıtımını ciddiye almayanların, böyle bir organizasyonda ayaklarının dolaşmayacağını düşünemiyoruz... Özgener'in politikası F.Bahçe'nin kendine göre hakkını koruyan bir başkanına, kamuoyu önünde sert bir cevapla karşılık veren ve o günden sonra F.Bahçe için "biten" Federasyon Başkanı Mahmut Ögener, şimdi Aziz Yıldırım ile barışmanın yollarını arıyor... Acıbadem Voleybol Takımı'nın, Fransa'da "Final oynayan ilk Türk Takımı" olmasının canlı şahitliğini yapan Özgener, burada karşılaştığı Aziz Yıldırım'dan yüz bulamadı... Düşünebiliyor musunuz? Bir kulüp başkanı, federasyon başkanını "takmıyor" kelimenin tam anlamıyla... Ayağa kalkmıyor, kalkmadığı gibi elini bile sıkmıyor... Üstelik Spordan Sorumlu Devlet Bakanı'nın tüm aracılığına rağmen, taviz vermiyor Özgener'e... Şimdi sormazlar mı adama? Eyy Özgener... Madem ki, bu kadar özür dilemek ve ortalığı yumuşatmak düşüncesindeydiniz, neden sivri çıkışınızın özrünü Fransa'ya sakladınız? Şimdi siz dua edin... F.Bahçe şampiyon olsun! Yoksa bu Aziz Yıldırım sizin peşinizi bırakmaz... Bizden söylemesi...