Bu kafa, bu anlayış, bu bakış açısı... Hangi güzelliğe götürür insanı? Sen, bizden birinin, Devrekli bir delikanlının, koskoca Alman Milli Takımı'nda oynayışından utanç duyacaksın ha... Ya onun "Dünya devi" Real Madrid'in, almak için çırpınıp kadrosuna katmasından hiç tüylerin diken diken olmayacak ha... Git işine be... Mesut Özil, bugün, ithal şampiyonlarımızın bize kazandırdıkları madalyalardan daha değerlidir. Getirdikleri "Çakma şampiyonluk" apoletlerinden çok daha kıymetlidir. Bugün Mesut Özil, elimizden kaçırdığımız değil, kaçtığı için mutlu olmamız gereken birisidir. Onu, her ayağına topu aldığında, ıslıklayıp, kendini "Zafer kazanmış kumandan gibi" görenlerin ayıbıyla küçülttüğümüzü mü sanıyoruz? Ya da "Gol atarsan sevinir misin" gibi komik, basit ve de basiretsiz sorularla canını sıkıp, köşeye sıkıştırdığını zannedenlerin, Almanya maçı öncesi üzerlerine düşen (!) görevleri yaptığını mı zannediyoruz? Formasının hakkını veren, onu Mesut Özil yapan Almanya'ya bir teşekkür borcumuz var aslında... "Oğlum, ıslıklanacak ne yaptı" diyen, babası Mustafa'ya da bir özür... Şimdi bir soru size... Diyelim Brezilya ile oynuyoruz... Aurelio da golünü çaktı... Sevinmeyecek mi? Sevinirse, Brezilya'da "Vatan haini mi ilan edilecek" Aurelio? Avusturya forması giyen Ekrem Dağ için de geçerli bu sözümüz... Ey Türk sporseveri, ey basın, ey Berlin Olimpiyat Stadı'ndaki "yuhçular, ıslıkçılar" 07.10.2011 tarihini merakla bekleyiniz. Çünkü o gün, Almanya ile Türkiye'de oynayacağımız rövanş karşılaşmasının günüdür... Ve hepimizin, Mesut Özil'den ve babasından özür dileyip, alkışlayacağımız gündür... Gol atsa da, atmasa da, bir avuç kendini bilmezin ayıbını temizleme günüdür... Milli forma bedeli! Basketbolcuların "Dünya ikinciliği" primi; milli takımın Kazakistan ve Belçika primleri... Bunlar konuşulacak meseleler değil... Yüz kızartan, utanılacak meseleler aslında... Veren razı, alan razı... Ama... Bu primler, ülkede, pazar artıklarıyla mutfakta aş kaynatanların; mendil satarak ailesine katkıda bulunan çocukların; emekli maaşı ile geçinemeyip, bekçilik yapanların; pazarda limon satan öğretmenlerin yüreklerini sızlatıyor. Milli forma, parayla giydirilmez, parası ile başarıların bedeli ödenmez. Gün, başarılara, çeki düzen verme; o formayı, para sözcüğünden uzaklaştırma günüdür! Cazibe merkezi Önce bir hatırlayalım... Ne demişti Aykut Kocaman: "Milli Takım, böylesine büyük primler yüzünden, futbolcuların cazibe merkezi haline geldi." Hani, Kazakistan ve Belçika maçlarından sonra, futbolculara verilen 100 bin TL prim sonrası söylemişti bunları F.Bahçe Teknik Direktörü... Herkes sustu ama birisi çıkıp, tekzip edercesine bu ithamlara itiraz etti... Bu kimdi? Emre Bölezoğlu... Yâni Aykut Kocaman'ın F.Bahçe'deki öğrencisi... "Biz prim pazarlığı yapmayız. Buraya gönüllü geliyoruz. Böyle şeyleri bize YAPIŞTIRANLARI, bizi maddi hesap içinde gösterenleri esefle kınıyorum." Spor kamuoyunda tek bir kişiden, o da öğrencisi Emre'den tekzip yiyen Aykut Kocaman'ın, bu isyanı kabullendiğini zannetmiyoruz. Şimdi Emre beklesin bakalım... "Alma hocanın ahını, çıkar aheste aheste." Yarını da var Her hafta sütunlarımızı mutlaka işgal eden birisi var: Arda Turan... Sahadaki futboluyla olsun, yaşantısı ile olsun, Arda, Türk spor basını için bulunmaz bir nimet! Sevgili bulmadan önceki günlerinde, tıkır tıkır futbolunu oynayan, sakatlansa bile, bir iki gün içinde iyileşen Arda, şimdi "zorlanan kasık adalesi" nedeni ile aylarca sahalardan uzak kalacak... Bu "pubis" denilen sakatlığın en büyük nedenlerinden birisi, yaşantı... Teferruata girmeyelim yine de... Ama her defasında "laf ebeliği" yapan bu delikanlı, Türk futbolunun ve G.Saray'ın kendisine ihtiyacı olduğunu arada bir düşünmeli... 10-15 sene ile sınırlı futbol yaşantısının kısalığı bir gün unutulmanın da işareti olmalı onun için... Yâni "Ağustos böceği" gibi değil "karınca" gibi yaşamalı Arda... Sadece alkış yetmez Sporu ve sporcuyu sevmek, çoğu zaman lafta kalır bizim ülkemizde... Onları kucaklayan ve tüm imkanları ayaklarının altına serenler ise, sadece eserlerine bakarak mutluluk duyar... Ama bu yetmez... Hele 6 yılda 16 spor salonu... 4 dev spor kompleksi... Türkiye'de ilk kez 51 adet açık spor bahçesi... Durun daha bitmedi... Ve 6 yılda, lisanslı sporcu sayısını 800'den -sıkı durun- 24 bine çıkaran bir ilçe var gözlerimizin önünde... İstanbul Bahçelievler... Bürokrasinin bitmeyen dert çarkından, tırnaklarıyla bir spor ilçesi var huzurlarınızda... Şimdi, bütün bu güzelliklerin altına imza atan Belediye Başkanı Osman Develioğlu'na, sadece bir kuru teşekkür mü edeceğiz yâni? Yetmez... Ya gidip sarılın boynuna, ya da, bunca spor tesisi kuran bir başkana şampiyonluklar hediye edin...