Ege ile Akdeniz'in dans ede ede kucaklaştığı bir cennette ahkâm kesmek kolay... Deniz adeta berraklığın takdirnamesini sunuyor... Ilık rüzgar ise terletmeyen namelerle, insanlara mutluluk şırınga ediyor... Biz ne yapıyoruz? Biz, hâlâ öküz altında buzağı arıyoruz... Affola... Billurkent'in Bodrum haritasında apayrı bir yeri var... İnsanları sevecen, patronları kalender, bir Picasso zenginliği içerisindeki tabiat harikası renkleri çıldırtıcı... Herşeyin böylesine mükemmel göründüğü bir tabloda biz yine de siyah rengi dünya üçüncülüğü tuvalinden eksik etmiyoruz... Milli Takım'ın haklı hava atışlarının bitip tükenmez maratonu nihayet hız kesti... Futbol kafilemizin o unutulmaz karşılanış töreni zihinlerden kolay kolay silinmeyecektir... Parti liderlerinin bile hasetinden çatır çatır çatladığı, fırsatı değerlendirmek isteyenlerin heveslerinin kursaklarında kaldığı "30 Haziran bayramı" şimdi arşivlerde mükemmel yerini aldı bile... O güzelim organizasyonun saatini ayarlayamayanlar karambolden affa uğrarken, insanlarımız tepinmekten helâk oldu... Bayrak satışları, formalar, kaşkollar rekor alıcı bularak birilerini zengin etti... Tekstil, hiç böylesine patlama yapmamıştı bugüne kadar... Taksim gibi kalabalık mekanlardaki cepçiler, şerbetçiler, boş gezenin boş kalfaları hiç böylesine mutlu olmamıştı... Tarkan bile şimdiye kadar böylesine kalabalıkta, sponsorunu bu kadar mutlu etmemişti... Ve evlerdeki 7.65'ler, pompalı tüfekler, hatta kaleşler, hiç böylesine namlularının pasını silememişti... Dünya üçüncüsü Milli Takım, bu ülkenin kanını yeniden kaynatıp, vatandaşı yerinde duramaz hale getirdi... O yüzden onlara şükran borçluyuz... Gelgelelim, Milli Takım pastasından kendilerine büyük dilimleri ayıranlar, ortalıkta hava atmıyor mu? İşte işin çirkin yanı bu... Can Çobanoğlu'nun meğer ne büyük bir insan olduğu yeni yeni ortaya çıkıyor.. Adamcağız meğer neymiş de haberimiz yokmuş... Zaferin esas mimarı, psikolog, gurme, teknik menacer, antrenör, taktisyen, kondisyoner... Aslına bakarsanız gerçek işi "İdari menecer". Yani otel rezervasyonu, yiyecek, giyecek, bilet işleri Çobanoğlu'nun başlıca görevleri... "Eşleri getirdim" diye övünmekle kalmıyor bir de onlara "futbolcuları motive edin" talimatı veriyor... İlhan'ın, Ümit'in saç traşına, Rüştü'nün gözünün altına boya çekilmesine bile karışıyor... Buraya kadar her şey mükemmel... Ama Can Çobanoğlu, boyundan büyük işlere de bu arada fazla kalkışıyor... Milli Takım futbolcuları ile Türk basını arasında adeta "Çin seddi" oluşturarak tatsız olayların baş mimarı oluyor... Mahkeme krizleri, imam krizi, alışveriş krizinin hepsinde Çobanoğlu'nun imzası var. Şenol Güneş ne zaman basın toplantısı yapsa "idari menecer" yanında... Adı üstünde "idari menecer." Teknik menecerlikle arasında dağlar kadar fark var... Öyle ki rahmetli Prof.Çilingiroğlu'nun, Milli Takım'a tavsiye ettiği bu kişi, futbolcu değişikliklerinde bile çizgide, bir eli sporcunun omuzunda... Sanki son taktikleri veriyor... Zannedersiniz ki Şenol hoca antrenör, o baş sorumlu... Her fırsatta ayağa fırlayan o... Teknik işlerden bu kadar iyi anlayan kişiye "İdari" unvanını takmak insafsızlık galiba... "Böyle bir başarıyı tek kişiye yedirmezler" derken, bunun altında siyasi liderlerin bile düşünemeyeceği bir "Cinlik" yattığı gerçeği var... Ama "Ben yaptım" diye başarısını alenen tasdik peşinde koşması yanlış... Türkiye'de bugün hâlâ, başarıyı "Kıskananlar" ve "Alkışlayanlar" diye iki grup oluşturmaya çalışılıyorsa, bu biraz da, apoletleri yanlış takılanların işgüzarlığıdır... 65 milyonun içindeki ay-yıldız sevgisi birileri tarafında sınıflandırılamaz... "Büyük işler yaptım" diyenler, organizasyonlarına önce "Ata ziyareti" de düşselerdi gam yemezdik... "İnce" işlerle, "Gerekli" işleri bazen çok iyi ayarlamak gerekir... Maaşlı insanlar emir alır, yerine getirir ve sonra da evine döner... Çorbaya tuz atayım derken, onu şapa çevirenler, az konuşsun ve kendi yoluna gitsin...