Bir maçta, iki ayrı perde

A -
A +

Fatih Terim'in, Mersin karşılaşması sonrası basın toplantısında isyanını saygı ile karşılıyoruz... Bir kendini bilmez, güvenlik duvarını aşarak, gazetecilerin arasına karışmakla kalmamış, üstelik ilk soruyu sorma cesaretini de göstermiştir... Bir de utanmadan "Ben daha önce başka hocalara da soru sordum" diyecek kadar da küstahlaşmış üstelik... İşin tamamen güvenlik kordonunun bir anlık dalgınlığından faydalanılmış olması tabii ki Fatih Terim'in "Ben kimlere canımı emanet ediyorum arkadaşlar... Sokaktan gelen birisi, burnumun dibine kadar geliyor ve üstelik bana soru sorma cesaretini gösteriyor" demesi, sadece kendi açısından değil, hepimiz için bir olaydır... O kişi, kötü niyetli de olabilir, üstelik 'gıcık' olduğu bir gazeteciye istediği pisliği de yapabilirdi... Bu vahim durum, güvenlik çemberinin önemini bir kez daha ortaya çıkarmıştır... Ayrıca gazeteci arkadaşlar da etraflarında tanımadıkları kişilerin farkına biraz daha dikkat etmelidir... Bu işin soyunma odası kısmı... Bir de saha içindeki 90 dakikada yaşanan manzaralar vardı ki, bunda da Fatih Terim'i çok dikkatlice izledik... Ne yaptı Fatih Terim? Bir defa 4. hakem Mürvet Sezer'i resmen kukla etti... İkide bir yanına çağırıp isyan gösterileri arasında Sezer'e bir şeyler söylerken, bunun iyi şeyler olmadığı her hareketinden belli oluyordu... Sanki Sezer, tahtaya kalkıp, öğretmeninin sorduğu soruyu bilemeyen öğrenci gibi Terim'den azar üstüne azar işitti... Terim, bununla da kalmadı... Yardımcı hakem Mustafa Sönmez'e, bir faul atışının, bir metre yanlış yerden atılması nedeni ile demediğini bırakmadı... Üstelik elindeki su şişesini hakemin arkasında yere fırlattı sinirinden... Bunlar kameralara yansımadı belki ama tribünler "Vay be ne hoca... Önüne geleni fırçalıyor, kimse de sesini çıkaramıyor" dedirtecek cinstendi ne yazık ki... Şimdi yukarıda anlattığımız iki ayrı konunun özeti aynı... Birisi saha içinde Terim'in davranışı, diğeri de soyunma odasındaki asla affedilemeyecek ihmal... Bunların sadece birisi değil, ikisinin de olmaması gerekir... Çünkü birisi Türkiye'nin en büyük hocasına, diğeri de stat güvenliğinin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunun ispatıdır... >> Gelin, bu anlayışı değiştirin 34. Vodafone İstanbul Avrasya Maratonu'na İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ne kadar önem verdiği bir gerçek... Bilhassa Spor A.Ş. Genel Müdürü Alpaslan Baki Ertekin'in, nasıl çırpındığına bizzat şahit olan birisi olarak söylüyorum, bu maratona birileri yazık ediyor... "Altın Kategoride" koşulan bu maraton'un ciddiyetini koruması için bazı arındırmaların yapılması gerektiğine inanıyoruz... Ve diyoruz ki, köftecilerin, gelin-damatların, yaş günü kutlaması yapanların, ya da işi soytarılığa vurmak isteyenlerin yürüyüşleri, böyle bir önemli maratonla aynı gün değil, başka bir gün planlanmalıdır... Hem "altın kategori" diyeceğiz; hem "İki kıtayı birleştiren maraton" diyeceğiz; hem dünya yıldızlarını davet edip, iyi paralar vereceğiz ama ertesi gün gazetelere baktığımızda, ya da televizyonlarda, yarışın birincisi değil, köfteci başrolde olacak... En büyük fotoğraf kangal köpeğiyle, köprüyü geçenin olacak... Bir önemli maratonu, festivale dönüştürmek, klasını düşürmek anlamına gelmiyor mu? Öyleyse, gelin maratonu, maraton gibi koşalım... Soytarılar Galata Köprüsü'ne lütfen...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.