Halk adamı olmak kolay iştir aslında... Ama... Şımarmamak, doğduğu yeri unutmamak, dostlarını hep hatırda tutmak ve yüzündeki gülümsemeyi, yerine göre değil, içinden geldiğince yansıtmak şartıyla... Seçim zamanı, halkın içinde hep "babacan" tavırlar takınan, esnaf esnaf dolaşıp, bol vaadde bulunanlar, kendilerini Ankara 'da bulduklarında, halkın adamı olduklarını nasıl da unutur... Çünkü artık o, kopmuştur, şımarmıştır ve işin en acısı "halk adamı" değildir... *** Futbol maçlarına gelişlerinde yolları trafiğe kapattırmayı marifet sanırlar... Şeref Tribünleri' ne girişlerinde, sanki bir "terör odağına" giriyormuş gibi, korumalarının sağı solu itekleyip yol açmalarına hiç ses çıkartmazlar... Hâttâ ve hâttâ, o korumaların, başkalarının maç izleme özgürlüklerini engellediklerini bile dert etmezler hiç... Maç çıkışlarında da aynı hengame, aynı telaş ve halkı hiç umursamama sürer gider... Korumaların, otomobil kapılarından sarkıp trafiği allak bullak etmeleri, siren seslerinin arasında kaybolan halkın şaşkın bakışları kimin umurunda ki?.. Siyasi maça gelmiş, gidiyor işte... Bir zamanlar, bizden biri olduklarını hatırlamadan... Siyasi kimliğini giydiğinde, halkı unuttuğunu hiç aklına getirmeden yol alır gider Ankara 'ya o... Çünkü yollar, onun için açılmıştır bir kere... *** Sporun üzerinden ellerini bir türlü çekmek istemeyenler, dolaylı yollardan yürüttükleri kampanyalarla, bu ülkede bazı federasyonların başlarına diledikleri insanların gelmesini sağladı... Tıpkı, Futbol Federasyonu 'nun en üst makamlarına bir gecede getirdikleri, futboldan çok uzak bazı insanların varlığı sayesinde, ne olup gittiğini takip etme anlayışı, şu günlerde "küle yatmış" futbolumuzun, geleceğini de, tereddütler içinde bırakmaktadır... Tribünlerdeki karışıklığı, azgın insanların menfaatleri uğruna, nasıl gerçek seyircinin tüm haklarını elinden aldığına uzaktan bakıp, çaresiz kalma duygusunun yerine, ne yazık ki "işi idare etme sanatı" hakim olmuştur bu Türkiye 'de... "Yetkili ve etkili" kavramlarının birbirine karışması boşuna değildir... Güçlünün, fırsatçının ve yönetim kanallarından beslenenlerin rahat durmama dürtüleri "önemli değil" anlayışıyla çözülemez ki... *** Türkiye 'de spor sahalarının içinde ve dışında olanlarla oyalanıp, günü hep bununla kapatan halkın, başka düşüncelere dalmaması için bazı olaylara göz yumulması, hiç de yakışık almayan durumdur... "Varsın vatandaş, iyi ve kötü yanıyla sporu konuşsun" anlayışı sarmıştır her yanımızı... Maçlardaki hakem hataları, tribündeki dövüşler, bazen, bahis oyunlarının "afyonluğu" siyasilerin fazla işine gelen konulardır aslında... Çünkü onlar o vatandaşın, geçim derdini dert etmesini, memur ve işçi emeklisi ile aradaki büyük farkın unutulmasını, vatandaşlık haklarının sendikalaşıp dile getirilmesini istemezler... Onlar siyasidir çünkü... Bizden kopup, aramıza duvar ören siyasilerdir onlar... Ulaşılması, dertlerin anlatılması, bir şey istenmesi "zor" kişilerdir onlar... *** Ligin devre arasındaki transfer yaygaraları ile daha da afyonlanacaktır spor camiası... "Geliyor, gidiyor" edebiyatı ile, takımlarına bu sayede, daha bir bağlanacak "beyni yıkanmış" sevenler, sanki lig başlar başlamaz, arada boşa geçen olaysız günleri, gündeme tekrar getirmeyecek mi? "Yasa var, yasak var" diye kendilerini yine "tsunami" dalgalarından kurtarıp karaya çıkmış gibi görmeyecek midir Ankara 'dakiler? Konvoy halinde geldikleri stadlardan, yine konvoy halinde çıkmayacaklar mı sanki? Küfür, kavga, şike, bahis olayları tüm hızıyla devam etmeyecek mi? Gerçi "Kesilmedik karpuza karar verilmez" ama... Bizim, hakkını aramayan, her "zammın" önüne kafasını "kurbanlık koyun" gibi uzatan anlayışımız olduğu müddetçe, biz çok kamçı, çok ucu çivili sopa yer, mahmuzlardan nasibimizi alırız... Ama Byron 'ın dediği gibi, yine de "İnsanları kendi değerleri için değil, bizde buldukları değerden dolayı sevmeliyiz" Öyleyse "Sevmeye devam!"