AB kapısının, eşiğindeyiz... Şampiyonlar Ligi finaline ev sahipliği yapmak için gönüllüyüz... Olimpiyatlar için küsmeyen, bitmeyen bir inatçılık içinde talip olma tutkumuz var... Hep doğru yaptığımızı düşünürken, yanlışımızın nerede olduğunun farkında değiliz... Ama bir gerçek var ki; bizim bir yerlerde işlerimiz hep ters gidiyor... Bir hedefin peşinde koşarken, beceriksizliğimiz ön plâna çıkıyor hep... Popstar, Türkstar yarışmaları bile, bizim gerçek yüzümüzü ve kimliğimizi yansıtan bir ayna aslında... Türkçe konuşmayı beceremeyen bir gurbetçi finalde... Bir şarkının sözlerini bile ezberleyemeyen Karadenizli çocuk finalde... Dayısının güdümü ve Kürtçe şarkısıyla 140 okkalık kadın finalde... Ama sadece sesine güvenen, onunla hedefe koşmak isteyen genç, yarışma dışında... Irkçılık ve bölgeciliği şarkılar sayesinde yarışmaya sokup ortamı geren zihniyet, reyting uğruna, bu ülkedeki gerçek seslerin bir bir elenmesine çanak tutuyor... Çünkü bu tip yarışmalarda, ya aşk yaşayacaksınız, ya dansöz gibi kıvırtacaksınız, ya da arkanızda Lâz, Kürt veya gurbetçi desteği olacak... Jürilerinin "Kayıkçı kavgalarıyla" ilgi çekmeye çalışan böyle yarışmalar olmaz olsun... SMS'den milyon dolar kazanç sağlayan zihniyet, cebinin dolması uğruna, ses yarışmalarına her türlü çirkinliği bulaştırdığı için kına yakmalıdır bir yerlerine... Geçtiğimiz futbol sezonu; kimimize göre mükemmel, kimimize göre ise şaibenin, şikenin, mafyanın bulaştığı çirkinliklere sahne oldu... Sevinenlerin yanında, üzüntüden kanser olanların sayısı hiç de az değildi... Ama bir kaç gün içinde, insanın, en sevdiğinin acısını bile yüreğine gömüp, normal yaşama dönmesi gibi, her yer güllük gülistanlık oldu... Kim üzülüyor şimdi Bursaspor'a, Elazığspor'a, Adanaspor'a?.. Boş yere kırmızı kart gören futbolcuları yüzünden hayatı kayan, milyon dolardan olan takımlar kimin umurunda... Hakemlerimiz şimdi sütten çıkmış ak kaşık değiller mi? İkinci Lig'deki komik olaylar, bir sır perdesi gibi rafa kaldırılmadı mı? Federasyon, MHK ve Tahkim Kurulu aslanlar gibi ayakta değil mi? Biz, hep böyleyiz işte... Ağzımızı burnumuzu dağıtanlara, önce "Erkekseniz teker teker gelin" diye kafa tutar, sonra da yediğimiz dayakla kalmaz mıyız? Hırsımız da, aşkımız gibi dengesizdir bizim... Haluk Ulusoy, daha düne kadar federasyon başkanlığı için tek adayken, birden karşısına sporumuzun bugünlere gelmesinde ilk ve büyük hamleleri atan Mehmet Ali Yılmaz çıktı... Çıktı ama, Türkiye Gazetesi hariç, bu haber neredeyse diğer gazetelerde tek sütun sıradan haber gibi duyuruldu sporsevere... Sanki birileri "Nereden çıktı bu Mehmet Ali Yılmaz?" der gibiydi... Sanki herkes, tek adaylı seçim dışında, bir uyuşukluğun dışına çıkmak istemez halde, Mehmet Ali Yılmaz'ın cesaretine saygı duymadı bu ülkede... Demokrasinin güzelliği, çokluk içinden en iyisini çıkartmak değil midir? Üstelik, sayın Yılmaz, böyle bir zamanda adaylığını koyarken "İş olsun" felsefesi içinde değil muhakkak... Yılmaz'ı iyi tanıyanlar, kaybedeceği, kazanamayacağı hiç bir yarış ve işin içinde olmayacağını iyi bilir... O, şimdi belli ki, federasyon koltuğunu kolay kaptırmayacak büyük inat yüklü... Ama başta basın, nedense bu işe sıcak bakmadı... Oysa o Yılmaz, bir zamanlar basın sektöründe binlerce kişiye iş imkânı açan kişiydi... Yıllarca ekmeğini yediği kişiye, en desteklenmesi gerektiği anda kenara çekilip vurdumduymaz halde tavır takınanlar, şimdi yapıştıkları koltuğa nasıl geldiklerini unutanlardır... Evet... AB kapısındayız... Eşiği atlar mıyız, yoksa kapı önünde dilenci gibi bekler durur muyuz bilinmez... Yeraltı dünyasının cirosu 60 milyar doları (ATO raporuna göre) bulan bu ülkeyi AB kapısından içeri buyur etmek hiç de öyle kolay değil... İster Lâzca, ister Kürtçe, ister Boşnakça yayın yapıp birilerine şirin gözükelim... Yarışmalarda bile bölgecilik anlayışımızı kanlı bıçaklı hale getirdikten sonra neye yarar bunca aceleyle çıkarılmış reformlar?.. Olimpiyat ısrarımız, nesilden nesile devrolacak bir Türkiye Milli Olimiyat Komitesi'nin eğlencesi olmaktan öteye gidemedikten sonra neye yarar?.. Futbol sahalarına gönül rahatlığı ile girip, bütün halinde çıkamadıktan sonra... UEFA kriterleri, ikametgâh senedi gibi imzalanıp dağıtıldıkça... Sporumuz mafyanın gölgesinde kaldıkça... Biz hangi güzelliğe kucak açabiliriz ki? Hep boyumuzdan büyük işlere kalkışır, her seferinde boyumuzun ölçüsünü almaz mıyız? Çünkü biz ülke olarak, sırtımızda abamız olmasa da poyraza karşı gideriz hep...