Zeki Müren'in "Altın Kafes" filmini hatırlayanlar o kadar çok değildir... Ama film arşivlerine girildiğinde "Unutulmazlar" arasındadır bu eser... Adını da, özgürlüğü yanında hissettiğinde kulaklara unutulmaz nameler bırakan bülbülden almıştır bu film... Bülbül; hürriyeti çok seven, onun mutluluğu ile coşan, öttüğünde duyanlara işi gücü bıraktıran yaratıktır... Ama insanlar, her an yanlarında durması arzusuyla bu güzel kuşu kafese koymaya kalkınca, o güzelim bülbül, sesini soluğunu kesmiş ve "bülbülü altın kafese koymuşlar, yine vatanım demiş" sözcüğünün Türkçemize yerleşmesini sağlamıştır... Özgürlüğünü sesi yüzünden yitiren bülbül değildir günümüzde... Duruşunu, insanlığını, futbolcularına şefkatle yaklaşımını taktirle karşıladığımız Şenol Güneş'in de bülbülden farkı yoktur... O da; eleştiri oklarını, hep dili yüzünden vücuduna çeker... Gerçi konuştuklarında haksız değildir ama yerini ve yordamını pek ayarlayamaz nedense... İşte en son Karabük maçından sonra zihinlere bıçak gibi saplanan şu sözleri gibi: "Artık ülkeme verecek bir şeyim yok... Uzatmaları oynuyorum." Hoppala... Düğün değil, seyran değil; eniştem beni niye öptü? Bu ülkeye dünya üçüncülüğü kazandırmış; Anadolu futbolunun İstanbul'a kafa tutmasında bayraktarlığını yapmış; öğretmenliğini futbolla ilgilenen her kesime aynı mesafede öğreticilikte kullanmış o Şenol Güneş'in ettiği bu son sözler neyin nesi? Uzatmaları oynuyormuş da, bu ülkeye vereceği başka bir şey kalmamış da... Kazanılmış bir maç ve oynanacak bir Şampiyonlar Ligi karşılaşması öncesi söylenecek sözler mi bunlar? Haa bülbül, ha Güneş... İkisinin de çektiği dil belasındandır! Gerekirse taviz verilmeli Formula1 motor sporlarının zirvesidir... Ve dünyada en fazla izleyici toplayan bir güzelliktir Formula1... Ülkemizde bile 110 bin seyirciyi toplamışsak bu yarışın kalitesi ortadadır... Ekran başına en kötümser rakamla 2,5 milyar kişiyi çeken bir yarıştan bahsediyoruz... Bugün, Ecclestone'nun kaprisleri nedeni ile bizim de rest çekmemiz yüzünden ne yazık ki İstanbul Park, Formula1 2012 yarış takviminden çıkarıldı... 300 milyon dolar harcadığımız pist, bugün piknik yeri görünümünde... Oysa Türkiye, 600'er milyon TL harcadığı Erzurum ve Trabzon Tesisleriyle, adını Kış ve Gençlik Olimpiyatlarına yazdırırken cömert bir görüntü sergilemiş; iş Formula1'e gelince, cimrilik yapmıştır. Formula1 sayesinde Türkiye'nin, milyarlarca yarış severin gözlerine ve heyecanına hitap etmesi, parayla ölçülecek bir propaganda değildir... Göreve geldiği günden beri dikkatle izlediğimiz Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Suat Kılıç'ın belki iş işten geçmeden Formula1'i yeniden ülkemize kazandırması asli görevi olmalıdır. Bakınız... Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu gibi, ülkemizi en iyi tanıtan spor organizasyonu için harcanan tüm paraya helal olsun! Bisiklet Federasyonu'nun yaptığı hamlelerin aynısını, geliniz Formula1'de de yapalım... Ve diyelim ki... "Paranın ne önemi var, mühim olan Formula1!" Öfkeyle oturmak F.Bahçe Haysiyet Divanı 3 F.Bahçeli'yi üyelikten atmak için düğmeye bastı... Birisi Mehmet Ali Aydınlar... Diğeri Savcı Mehmet Berk... Ve bir diğeri ise Organize Suçlar Şube Müdürü Nazmi Ardıç... Sebep? F.Bahçe için iyi kararlar almadılar diye dışlanıyor bu üçlü... Oysa Mehmet Ali Aydınlar'ın nasıl bir F.Bahçeli olduğunu bilmeyen var mı? Hadi, kızdınız ona, 10 milyon dolarlık sponsorluk anlaşmasını iptal ettiğiniz... Şimdi de üyelikten atmaya çalışmak da neyin nesi? Oysa Mehmet Ali Aydınlar, F.Bahçe'yi koruma adına göğsünü basına, kamuoyuna; F.Bahçe dışındaki tüm takımlara siper etmiş birisidir... Eğer bugün gerçekten tarafsız olabilseydi, gerçekten F.Bahçe'ye aşık olmasaydı, işler hiç de görüldüğü gibi olmayabilirdi... F.Bahçe'yi bu kadar seven, hatta aşık olan birisine; karşılık vermeyen bir sevgili gibi davranmak, bir gün sonu acıklı biten Türk filmlerindeki senaryolar gibi göz yaşı döktürürse gerçek F.Bahçelilere; işte o zaman "Geçti Bor'un pazarı, sür eşeği Niğde'ye" dedirtirler adama...