Bir spor müsabakasına niçin gelinir? Tabii ki karşılaşmayı izlemek ve zevk almak için... Peki, Türkiye'de de, durum aynı mıdır? Tövbe! Bu ne biçim soru? Fanatiklerin derdi başka çünkü bu ülkede... Gözle seyredip, beyinle mutluluk dalgaları yaymak, bize göre değil ki... Biz, gücün, şiddetin, gövde gösterisinin yılmaz temsilcileriyiz ya, gereği mutlaka yerine getirilmeli... Ne yapmalı? Önce küfür alfabesinin tamamını ezberlemeli... Sonra ağzı en açılmadık bestelerin koro elemanı olmalı... Daha sonra da, tribünlere, her ne şekilde olursa olsun, taş, çakmak, bozuk telefon bataryası, velhasıl, sahadaki düşman gibi görülen rakip futbolcu ve hakemlere en zarar verecek maddelerin tümü sokulmalı... Ve uygulamaya geçilmeli... Son olarak Saraclu Stadı'nın, Beşiktaş'a ayrılan bölümlerindeki hasarları görünce yüreğimiz "cız" etti... Bu ne vahşet! Stadın duvarları yıkılmış, özel bir firma tarafından işletilen büfenin çalışanları dövülmüş, büfedeki mallar yağmalanmış, lavabolar parçalanmış, koltuklar yerlerinden sökülmüş, tavandaki alçılar yıkılmış... Sanırsınız ki, Amerika, Irak'ı bombalamış... 2650 taraftarın bir bölümünün verdiği bu zarar gösteriyor ki, deplasmanlara gitmek, ev sahibi takımın stadına zarar vermek anlamını taşıyor... Başarı ölçüsü ne yazık ki bu... Durum Ali Sami Yen'de de, İnönü'de de aynı... Kısasa kısas... Daha düne kadar, içi idrarla doldurulmuş balonların, bozuk yumurtaların, tezeklerin atıldığı tribünlerdeki çirkin görüntüler, günümüzde de aynen devam etmektedir... Sadece şekil başka, o kadar... Biz daha "Futbolda Şiddeti Önleme Yasasını" çıkarmaya çalışalım... Eloğlu, şiddetle oyun oynuyor ve biz ona taraftar diyoruz hâlâ... Sonra da "ezeli rekabet, ebedi dostluk" teraneleri ile futbolumuzu dünya ile kıyaslamaya çalışıyoruz... Hadi gidin işinize be!. Ali Şen olmak kolay değil Tabii kendileri bilir ya, çok zamansız bir dönemde evlenmeye kalkan ve bunun için 600 kişilik bir davet veren F.Bahçe kalecisi Volkan Demirel, en mutlu gününde, bu büyük kulübün içine bombayı bıraktı... Ali Şen ve Aziz Yıldırım'ın, cenazede bile bir araya gelmesi, göz göze bakışmaları bile artık zor... Taraftarın iki kez çağırıp F.Bahçe başkanlığına getirdiği Ali Şen'in efsane olması boşuna değil... Çünkü çok sevilen birisi o... Sadece F.Bahçe taraftarının değil, tüm sporseverlerin de resim çektirip, elini sıkmak istediği isim... 35 yıldır bu sevilmenin şımarıklığını bir gün olsun abartmamış, bunu "hava olsun" diye bile konuşmamış Ali Şen'in, ne varlığını, ne ismini, ne sevgisini, F.Bahçe kulübünden silmek kolay mı? Bunu en iyi bilen ve de kıskanan da zaten Aziz Yıldırım değil midir? Tesis atağı ve çabalarıyla F.Bahçe'ye çok şey kazandırmış ve o da en az Ali Şen gibi sarı-lacivertli camiaya imza atmış birisi olarak, yanlış yapmanın eşiğine bu kadar gelmemeliydi hiçbir zaman... Ne demek "Ali Şen gelirse, ben o masada oturmam, nikaha da gelmem!" Bal gibi oturur Aziz Yıldırım, bal gibi oturur... Ayrıca da oturmak zorunda... Oturmazsa, işte böyle taraftarın gözünde, tesisler ona kalkan olamaz... Eğer Yıldırım, F.Bahçe'de 12 seneden beri başkanlık yapıyorsa, bunu Ali Şen'e borçludur... Hani, Vefa Küçük ile yarışıp, bir oy farkla seçildiği ilk dönem var ya, işte seçimden birkaç gün önce Ali Şen, Yıldırım'a en büyük kıyağı yapmıştı... Vefa Küçük'ün başına içki bardağını koyduğunda, işler Yıldırım'ın lehine dönmüştü bir kere... Bundan sonra, bir-iki yenilgi, eğer F.Bahçe'nin yakasına yapışırsa, görürüz bütün bunları... Aziz Yıldırım'ın, Ali Şen'i sevmediğini, üstelik F.Bahçe'nin resmi internet sitesinden açıklaması da esas hoş olmayan durumdur... Ali Şen'in, her zaman olmasa da, arada bir F.Bahçe'nin kötü gidişatı üzerine yaptığı eleştirilerden alınan ve hazmedemeyen Aziz Yıldırım'ın, aslında bu konularda biraz daha yumuşak olup, konuşmalarına dikkat etmesi gerekirken, bir rekabet ortamında, eski başkanla anılmayı, gururuna yedirememesi, çoğu kimseye de ters gelen bir durumdur... Çünkü taraftarın, yıllardır unutamadığı bir başkana, F.Bahçe ortamlarını yasaklamak, bir gün o tribünleri yeni bir çağrı ile karşı karışa bırakmaya çanak tutar... Yani F.Bahçe'nin derdi şu an, Ali Şen-Aziz Yıldırım mı? 35 yıllık aşk evliliklerinde bile bazen tatsızlıklar olur... Ama bunu adet haline getirmek, hem o aşkı, hem de etraftaki dostluk bağlarını bitirir... Güiza'ya kızmayın! Bir fotoğraf ki, insanın içini "cızz" ettirdi... "Sakatım" diye her feryat edişinde "Hadi oradan be" diye dışlanan ve hakkında hiç iyi düşünülmeyen Güiza, geçenlerde İspanya'da ameliyat oldu... İşte o ameliyat fotoğrafını gördükten sonra, şahsen ben bugüne kadar kaçırdığı tüm gollerdeki beceriksizliklerini çöpe attım... Demek ki o golcü, ne acılar çekmiş ki, sonunda ameliyata razı olmuş... Bir insanın eğer topuğunda 10 santimlik bir yere 20 dikiş atılmış ve ona rağmen "Çoğu maçta, ağrılardan ayakkabımı parçalamak istedim... Ama yakında sahalara döneceğim" demesini espri gibi anlamak yerine ciddiye alıp alkışlamak gerekmez mi? Hele bir de "Ben kazandığım parayı sadece kendime harcamıyorum... Yardım ettiğim insanlar var... Son olarak küçük bir çocuğu Almanya'da ameliyat ettirdim" diyen birisine, bırakın biraz daha şans verelim ve alkışlayalım... Sakın gelmeyin ha! Datça ismini duymuşsunuzdur mutlaka... Muğla'ya bağlı, Marmaris'e 60 kilometre uzaklıkta ve de Ege ile Akdeniz'in birleştiği en uç noktadaki güzel bir belde Datça... Denizinin berraklığı ve çekiciliği, inanın hiçbir yerde yok... Kollarını açmış, sizi sarmak için bekleyen bir sevgili gibi adeta... Bizleri 12 yıl önce, Datça'ya aşık eden, şimdi eski sağlığına kavuşmak için yıllardan beri yaşam mücadelesi veren sevgili gazeteci dostumuz Veysel Serçe'yi de burada anmak boynumuzun borcudur... İşte bu Datça tam 12 yıldır, hani çok eski yıllarda "Mektepler olmasa, maarifi ne güzel idare ederdim" diyen Milli Eğitim Bakanı gibi şanssız yönetimlerin elinde eriyip gidiyor... "Sakın buraya gelmeyin" der gibiler, bu beldeyi yönetenler, halk ve esnaf... Bu kasabanın kıymetini bilemeyen yöneticilerin ellerinde harcanıp gidiyor Datça... "Allah, yarattığı kulunun uzun ömürlü olmasını isterse, onu Datça Yarımadası'na bırakır" diyen tarihçi Strabon gibi düşünemeyenler, bu şirin beldeye resmen kıyıyor... Umudumuz spor dostu, yeni genç kaymakam Hamdi Üncü'de... Buradan Turizm Bakanı'nı Datça'ya davet ediyoruz... Bir gidin, görün ve o Datça'da taş üstüne taş koymayanların kulaklarından çekiniz... Göreceksiniz, hem Türkiye Turizmi, hem insanlık kazanacaktır...