Gözümüzün önünde iki tablo var... Birisi, bizim ülkenin büyüklerinin arenası... Diğeri de İspanya'nın, seyrine doyum olmaz manzarası... Günler öncesinden F.Bahçe-G.Saray veya Beşiktaş-F.Bahçe maçlarının yangını yapılır ya... Zaten gergin olan ortamın üzerine benzin döker gibi, önce hakemin, sonra da geçmiş istatistiklerin ortaya çıkardığı, sanki kural gibi gördüğümüz bilgiler süsler sayfaları ya... Otoriteler, skor ve oyun anlayışlarının genel analizlerini yaparak, sporseverin beynini yıkar ya... Bizim "dev maç" anlayışımızdan beklentilerimiz maç saatine kadar tüm hızıyla devam eder işte böyle... Ama bir bakarsınız ki, devler cüce futbolun örneklerini vermiş... Ortada futbol adına akılda kalacak belki bir-iki güzellik dışında bir şey yok... Ya golsüzlük, ya uzaktan atılmış bir gol, günler süren beklentinin cüce anıları olarak tarihe gömülür... Ve dönüyoruz İspanya'ya... Bu İngiltere de olur, İtalya da... Ama birkaç gün önce oynanıp, halen tazeliğini koruduğu için Real Madrid-Barcelona karşılaşmasını hatırlayalım... Futbol, bundan daha mükemmel ortaya konabilir mi? Mücadele, daha nasıl sınırlarını bu kadar geniş tutabilir? Yıldızların, kıran kırana savaşının erkekçe görüntüsü, başka nasıl yansıyabilir ekranlara? Goller, bu kadar mı güzel, bu kadar mı unutulmaz olur? Daha sayalım mı? Şimdi şapkamızı önümüze koyalım, yöneticisi, futbolcusu, taraftarı ve basınıyla... "Büyük maç" bizim ülkemizde mi, yoksa el oğlunun sahasında mı gerçek büyüklüktedir? Messi ve Pedro'nun golleri ile Real Madrid'i deviren Katalan ekibi Barcelona'nın müthiş futbolu mu büyük? Real Madrid'in direnci mi küçük? Büyük maç böyle olur... Eğer iki takım büyükse, ortaya çıkan tablo, asla küçük değildir eloğlunda... Ama bizim ülkemizde, adı büyüklerin, keçi boynuzu yediren futbol anlayışları ve ninnileri, bizi "fanatiklik" mertebesinin gözlerimizi kör etmesinin dışında ne vermiştir futbolumuza? Biz o büyüklere, hâlâ dev aynasını tutarsak, Avrupa'nın büyüklerine ayıp etmez miyiz? Ya da büyüklere "saygı göstereceğiz" diye onların gerçek yüzlerini Avrupa arenasındaki büyüklerle kıyaslayamazsak, biz daha "büyük" meselesini çözebilir miyiz? Başbakan sözü Euro 2016 adaylığımız için UEFA heyetine "Size şu ana kadar yapılmış en başarılı turnuva sözünü vermekten çekinmiyorum" dedi Başbakan Erdoğan... O, bu kadar cömert davranırken, Futbol Federasyonu'nu da resmen ateşe attı... 920 milyon euro garanti mektubu... Ulaşım konusunda Marmaray projesinin bitmesi... Güvenlik konusunda yüzde yüz garanti... Bunlar az şeyler değil... EURO 2016'yı en fazla isteyen kişinin, bu kadar büyük sözlerinin Futbol Federasyonu'nu büyük sıkıntıya soktuğu gerçek... Çünkü eğer EURO 2016 bizden giderse, federasyonun da "Abbas Yolcu" olacağı, su gibi berrak önümüzde... Hiddink'in liste çalışması... Adama biraz haksızlık ettiğimizi kabul edelim... Daha mukaveleye imza atmadan, onu ayda bir defa ülkemize gelip, milli takımımızı "böyle uzaktan idare edecek" diye suçladık önce... Parasını çok bulduk, kariyerini beğenmedik. İşte o adam, hepimizi utandıracak bir çalışmanın içine girdi şimdi... Ve maçtan maça koşuyor... Bir ay sonra karşımıza öyle bir sürpriz kadro çıkarsa hiç şaşırmayalım... Mesela İbrahim Toramanlı... Mesela Giraylı, Serkanlı, Aydınlı (Kayserispor) Ali Tandoğanlı ve birkaç İstanbul Büyükşehirli, birkaç Kasımpaşalı ve biraz da Manisasporlu bir aday kadro görürsek, hiç şaşırmayalım... Yeter ki, fikir almasın, bildiğini okusun... Çünkü adaletin olduğu yerde, başarı kendiliğinden gelir... Gerisi ise zaten kolay... Ayaklarım çalındı, hükümsüzdür! Sizin hiç ayaklarınız çalındı mı? Benim üç defa çalındı. Bu sabah kalktığımda, her zamanki gibi hazırlıklarımı yaptım ve işe gitmek için kapıyı açtığımda ayaklarım yerinde yoktu. İşe gitmek zorundaydım ve korkunç bir panik içindeydim, otobüsümü kaçırıp da geç kalmıyorum ki bunu daha nasıl tarif etmem gerekiyor. Bir insanın ayakları neden çalınır ki? Ağlamaya başladım bu üçüncüydü ve sanırım hep ben yaşıyordum. Anlatılacak gibi değil. İnsanın ayakları onun umudu sevinci yaşamla arasındaki köprü! Bunu kim koparmak isteyebilir ki? Anlatamıyor, anlam veremiyorum. Ağlamaktan doğru düşünemiyordum. Bu umutlarımın kaçıncı çalınmasıydı. Polisi aradım ve geldi. Ayaklarımın bana ait olup olmadığına dair bir ispat, bir belge istedi. Ben yerimden kalkamadığım için annem odamdan "ayaklarımın markasını gösteren gerekli belgeyi" ve daha iki ay önce çalınan önceki ayaklarıma ait zapta geçen "Şikayetçi Tutanağını" getirdi. Polis ilgili belgeler ile birlikte annemi ifadesini almak üzere karakola götürürken, umutsuzca "inşallah buluruz ama giden gitmiş teyzem" dedi. NOT: Birkaç gün önce bize gelen bir maili sizinle paylaşmak istedik. Bu canı yanmış evladımıza, her konuda yardım yapacaklar, Nurten AKTAŞ (0533 775 00 53) ile irtibata geçebilir...