Cenazeden önce gelen mesaj!

A -
A +

Kafamızın içinden atamadığımız, acıyla yoğrulmuş düşüncelerin sarmaladığı beynimizin odak noktası, bizim yaşantımızı da inanılmaz şekilde etkiliyor. Zorluklarla büyüttüğümüz, üzerine titrediğimiz çocuklarımızın, en güzel çağlarında pis ve kalleş terörist kurşunlarına hedef olmasını çaresiz gözlerle izlerken, kahroluyoruz. Gerdanlık gibi, caddelerde, sokaklarda bayrağa sarılmış kahramanların dizi dizi gidişleri, bizlerin de damarlarından bir şeyleri söküp alıyor. *** Siirt Eruh'ta, şehit düşen Kamil Alkan'ın ailesinin dramı, diğerlerinden daha farklı... Çünkü bu gencimizin, son mektubu, şehit olduktan sonra ailesinin eline ulaştı. Önce o mektubu teslim eden 20 yıllık postacı kahroldu. Hayatının en zor anını yaşadı. Sonra da, bir hafta ara ile acısı bir defa daha tazelenen Alkan ailesi yıkıldı. Nice gençlerin, vatan uğruna göğsünü siper ettikleri, sınır boylarına evlatlarını gönderenlerin, her saniye bir kötü haberin kapılarını çalmasını beklemesinin ne demek olduğunu, ancak yaşayanlar bilir. Bir haber gelecek, dünyalar yıkılacak. Kahkahalar, gülücükler, mutluluklar bir anda evin bacasından çıkıp, geride, göz yaşı ve kahır bırakacak. "Ya bize de gelirse" diye kötü haber beklemek, her asker anasının, babasının kaderi bu ülkede... *** Ama bazı haberler var ki, asla ansızın gelmiyor. Plân ve programları kağıt üzerine çizilmiş olmasa da, kötü düşüncelerin halka halka birbirlerine girift olmasıyla, kümeleşmesi ve belli mekânlarda odaklanması, hiç de sürpriz değil artık... Beşiktaş Kaptanı Tayfur'un jübilesinde ilk örneğini gördüğümüz "Tribün dalgalanması ve öfkelenmesi" küfür ve hakaret meyvesini, bu sezon erken verdi. "Alt tarafı bir jübile maçı" demeden, ağızdan çıkanların kulaklarca duyulmaması, yeni sezonun da, asla küfürsüz geçmeyeceğinin ilk işareti oldu. Başbakan'a, Başbakan Yardımcısı'na dil uzatanların, efsane futbolcusunun en mutlu gününü bile hiçe sayarak gündeme getirdikleri; ligimizin, bu sezon da, ne biçim olaylara gebe kaldığının en bâriz bir göstergesiydi. "Asla küfürsüz duramam abi" gibi bir mantığın havuzunda kulaç sallayanlar, kanunların yetersizliği ve de uygulamadaki zorluklarını bildiklerinden, yine tribünlerde cirit atacak. G.Saray'ın, Bursaspor'un sezon açılışını kabul edip oynadıkları karşılaşmada da, tribünlerin bitmeyen gazabı, sarı-kırmızılı futbolcuların üzerinden eksik olmadı. Anaları, bacıları, çocukları, bir güzel (!) sıradan geçirildi. Küfürsüz duramayan grupların, kendilerinde buldukları bu "saçma hak" daha bir hazırlık karşılaşmasında bile sahne alıyorsa, vay lig başladığında bizim başımıza geleceklere... 5149 sayılı "Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun" ortada yapayalnız duruyor. Bu kanunun yaptırımının; adının uzunluğu kadar büyük olduğunu bilenlerin tribünlerdeki çirkin coşkunun bedelini, yine kulüpler ödemek zorunda kalacak. Çünkü bizim ülkede, küfrün ve taşkınlığın bedelini, eden değil, onu "taraftar" diye tribüne sokan ve onlardan "destek bulacağını zanneden" kulüpler ödüyor. İşte, bizim spor anlayışımızdaki yanlışlık burada... Eden ettiğiyle, onu taraftar zanneden kulüpler de, ödedikleri bedelle kalıyor. *** Şimdi yine, maçlar başlamadan valilik binalarında "koordinasyon toplantıları" yapılacak... Yine, tribün terörünü önlemenin gerekçesi olarak "Misafir takım seyircisi, deplâsmana gidemeyecek" diye, anayasal bir suçun uygulamasına geçilecek. Bu işlerin tek ve önemli sanıkları olan "tribün liderleri" suç mahallinde görüntülerle tespit edilmesine, küfür korolarını idare etmeleri kesinleşmiş olmasına rağmen; yine kulüp başkanları veya yöneticileri ile gizli gizli "eşgüdüm toplantıları" yapacak ve dokunulmazlık (!) zırhları içinde, havalarına hava, rantlarına rant katacak. Yine, Boğaz Köprüsü'nde olduğu gibi, kasaturalarla ve döner bıçaklarıyla "bayrak indirme yarışı" tesis basıp "kutlama törenlerinde kahramanlıklar" taslanacak. Ne de olsa, burası Türkiye... Şike'nin, bir bedeli olacağını, yasaya koymayı unutan bir milletin, yarın da, bugün olduğu gibi, sadece "Asarız, keseriz, fena ödetiriz" gibi klâsikleşmiş beyanatlarla, sporumuzu "gül bahçesine" çevireceklerini zannetmeleri, hep bir avuç çapulcunun zaferi olarak, sporumuzu hegemonyasına almasına çanak tutacaktır. Çünkü biz, cenazeden önce gelen değil, cenaze sonrası mektuplara kahrederiz. Olacaklar, gün gibi aşikar... Oysa şimdi, sandalı akıntıya bırakacağımıza, küreklere asılma zamanıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.