Bir hüzün çöktü yine gönlüme, akşamla benim..." Tıpkı merhum bestekar Sadettin Kaynak'ın hüzzam şarkısı gibi... Tıpkı "güneş tutulması" gibi... Tüm ışıkların karardığı, tüm sıkıntıların öbek öbek omuzlarımıza çökmesi gibi... Altında kaldık Avrupa futbolunun... Ağlasak ayıp... Bize yakışmaz... Bizi bu hale getirenlere "Hadi gidin işinize be" diye haykırsak, kim duyar sesimizi? Ya da duysa ne olur? Dün gece, ay-yıldızın buğulandığı, damla damla kan süzülen bayrağımın alı gibi, dalgalanmak için rüzgârın yolunu beklemesi kadar hüzünlüydü Zagreb Akşamları... "Benim yarim gelişinden bellidir" dercesine, muhtemel yeni bir hezimetin arenasına çıkanlarda ne kabahat bulalım ki? Onlar, kendilerine şans vermeyenlere de bir ders verdi... Sinan, İsmail, Ömer, Serkan, Gökhan, Umut... Eskilerin, babaların, milli formadan doymuşların bıraktığı enkazı kaldıramadılar ama artçıları da getirmediler başımıza... Akut mu ki onlar, çökmüş kolonların arasında iğneyle kazıp Zagreb Destanı mı yazacaklardı? Hiddink denilen 65'lik delikanlıyı (!) bir olmayacak sonuçla el üstünde mi tutacaklardı? En iyisini yaptılar... Çıktılar, oynadılar ve de hiç ezilmediler... Üstelik yeni bir farklı mağlubiyet beklediğimiz bir maçta, mahcup etmediler... Federasyonun kulağına, kendilerini milli davanın emekçileri gibi görenlerin kulaklarına kar suyu kaçırdılar... Yoğun bakımda, soluma zorluğu çeken hastayı ayağa mı kaldıracaklardı onlar? Biz yelkenleri çoktan suya indirmiştik... Gemimiz çoktan su almaya başlamıştı... Ve o hüzün bizim gönlümüze çoktan çökmüştü... Kum bıraktılar İşin parasında pulunda değiliz... Çünkü veren de alan da razıydı bu işe... Ama gönül isterdi ki dünya çapında denilen Hiddink ve ekibi, sel baskını gibi taşmasalar ve arakalarında kum bırakmasalardı...