Datvi'nin dostluğu !

A -
A +

Daha önce, bazı "iyi bilenlerin" düşünceleri, günümüzde geçerliliğini kaybediyor bir bir... Hani onlar "Ayıdan dost da olmaz, post da" diye bilgiçlik taslamışlar ya... Şap diye oturdular şimdi... Gördüğümüz; manzara veya natürmort tablo değildi bir kaç gün önce... Apaçık, bir sevgi, dostluk ve de farklı düşüncelerin aynı eksende birleştiğini gösteren mükemmel bir hatıra belgesiydi... *** Rize'nin Kaçkar Dağları'nda annesi avcılar tarafından vurulmuş bir "boz ayıya" bu defa eline tüfek almamış, yüreğinde merhamet ve hayvan sevgisi bulunan birisi tarafından sahip çıkılması yansıdı ekranlara ve gazete sayfalarına... Doğa fotoğrafçısı ve gezgin Cemal Gülas, Çamlıhemşin'in Boğaziçi Köyü'nde inşa ettiği evde, şimdi yalnız değil... Kangal cinsi köpeği Pars'a, bir arkadaş bulmuş... Annesi avcıların hedefi olmuş ayı yavrusu da, aile ferdi artık... 3,5 ay önce 7 kilo olan Datvi (Gürcü dilinde yavru ayı anlamına geliyor) ismini koyduğu boz ayı yavrusu, şimdi tam 87 kilo... Boyu olmuş 1 metre 40 santim... Datvi'nin işi gücü kendisine dost elini uzatan Cemal Gülas'la ve 8 aylık kangal Pars'la oynaşmak... Hem de alt alta, üst üste... O annesini vuran avcılar, Datvi'nin insanlara olan düşkünlüğünü ve dostluğunu gördükten sonra tüfeklerini bırakıp, bir daha ayı avına çıkmayacaklarına tövbe ettiler... Onları tövbe ettiren Datvi'nin sevimliliği, insanı dost bilmesiydi... *** Kaçkar Dağları'nda ve Çamlıhemşin'de bunlar olurken, bizler büyük, küçük şehirlerde birbirimizi yemeğe devam ediyoruz... Sanki bu şehirler Gabar Dağları... Kalleş mermilerin, hain mayın tuzaklarının kol gezdiği terör yuvası sanki... Medeniyetin orta yerinde sandığımız kendimizle yüzleşmekten korkan bizler, hiç olmadık yerde, üstelik sporun adı karıştığı bir ortamda birbirini yiyor... Alt tarafı puan... Alt tarafı bir gol... Alt tarafı bir maç... 90 dakikaların içinde paylaşılmayan kozlar, bu defa televizyon ekranlarında ve gazete sütunlarında "Aşık atışması" gibi bir yarışmanın içinde buluyor kendisini... Birinin "ak" dediğine, diğerinin "kara" damgasını vurması olağan artık... Çünkü "reyting" denilen canavarın kollarındaki "ekran anlayışı" Türkiye'de dengeleri ve dostlukları sel gibi süpürüp gidiyor... İnsanları, bir canavar, bir "laf teröristi" yapıyor... *** Aramıza zorla buyur ettiklerimiz ve "torpil babalarının" sayesinde zorla aramıza katılanlar yüzünden, spor yazarlığının yara aldığını görüp kahretmemek elde değil... Konuşma özürlülerin, Türk dilini bozuk para gibi harcadıkları programlarda, sadece sokak ağızlarıyla birbirleriyle anlaşmaları çok acıklı bir durum... O ağzı bozuklar sayesinde, topumuzun aynı tornadan çıktığını düşünenler, basına hiç de iyi gözle bakmazken, gücümüzü de kaybettiğimiz gerçeği çıkıyor ortaya... Oysa, bu meslek Abdi İpekçilerin, Namık Seviklerin, Necmi Tanyolaçların başkomutanlık yaptıkları ve binlerce insana ekmek kapısı açtığı bir onurlu meslek değil miydi düne kadar? Var mıydı o zaman, Çakar gibiler, Toroğlu gibiler? Var mıydı, bu ikisini taklit eden diğerleri? Eskiden "haber atlatma" yarışına giren onurlu gazeteciler yerine, şimdi "ayak çalımı" atıp başkalarının ayağını kaydıranların hegemonyası sardı bu mesleği... Biz ne yaptık?.. Sadece bakakaldık... *** Tepkisiz bir millet olduğumuz ortada... Zamlar karşısında "razı olma" yumuşaklığımız, Şırnak'tan 13 şehit haberi geldiği anda ekranda "dansöz" oynatan televizyona karşı tepkisizliğimiz, bizi hep vurdum duymaz yapan yönlerimiz... Oysa Fransa'da ekmeğe 15 kuruşluk bir zam yüzünden, halkın sokaklara dökülmesi sonucu, hükümete attırdığı geri adımın bir benzerini, Türkiye'de hiç bir ortamda görememenin üzüntüsü vardır hep içimizde... Abuk sabuk konuşan, kendisini "spor otoritesi" gibi görenlere bırakın tepkiyi, prim veren bu toplum yüzünden, sporumuz bir dönülmez yolda ilerliyor hızla... Bir yenilgi, bir puan kaybı sonucu hakemlere saldıran yönetici ve teknik direktör anlayışı, eğer sayfalarda ve ekranlarda gerektiği şekilde büyük yer bulabiliyorsa, bu bizim, eyyam ve reyting kayığında kürek çeken birer insan olduğumuzun göstergesidir... Tribünde, sadece küfür üreten, saldırganlığa prim tanıyan anlayış ve bunlara hiç sesini çıkarmayan, üstelik besleyicilik görevleriyle de, çanak tutan spor kulübü yöneticileri sayesinde, işte biz futbolumuzla, sporumuzla bu kadar övünebiliriz... *** Kaçkar Dağları'nda annesi vurulan boz ayı bile insanları affedip, onlarla alt alta üst üste acılarını unutmuş şekilde bir dostluk kuruyor... Ama bu ülkede, sporumuzun bir kaç takımı, onların yöneticileri ve basının içine sızmışların yüzünden, sporumuz dostluktan uzak, bir çıkmaza gidiyor... Milli takım hocası, bizim takımımızı bizden kaçırıyor... Ay-yıldızlı forma sırtına lâyık görülmüş bir yeni yetme, kolunu omuz başına kadar bize sallıyor defalarca... Annemizin, babamızın gözü gibi baktığı, adam olmamız için fedakârlık üzerine fedakârlık katıkları bizlere "Hipokrat yemini" etmiş bir saldırgan yorumcu "terbiyesizler" apoleti takıyor... Tribünde dostluk yok, saha içinde, sahtekârlık, hak yeme, futbol adına bir güzellik yok... Sonra da biz bir taraftan kendimizle, diğer yanda da ekmek derdiyle uğraşıyoruz... Bu anlayış içinde fırınlar gece gündüz çalışsa ne yazar... Çünkü bizim dost ve adam olmamız için, daha çok fırınlar gerek...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.