Bazen insan, konuşmanın zamanını ve dozajını ayarlamakta güçlük çeker. İşkembeden atarcasına bırakır lafı ortaya... Bazen de bilerek ve isteyerek, birilerinin küçültülmesi anlamında, aşağılanma kokan sözcükler sıralanır peş peşe... Hangisi olursa olsun, konuşmak bir sanattır. O sanatı beceremeyenler ise, işte yukarıda saydığımız cinsten, konuşmayı basite indirgeyerek kendisini hatip sanır bazen... *** Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel, Meriç Tunca'ya verdiği röportajda "İrlanda pasaportlulara kapılarımız kapalı" derken Mustafa Denizli'nin 1999'daki, basına alaycı yaklaşımını hatırlattı bize... Yâni başkan demek istiyor ki "Bizi eleştiren Türk basını salonlara gelmesin." Olur baş üstüne... Sen, son iki sezon, Basketbol Ligi şampiyonluk kupasını verme, hatta birisinde maçın son dakikalarında salondan kaç git, diğerinde ise yine ortalıkta gözükme, Dünya Şampiyonası'nın (TSYD'deki) tanıtım toplantısına uğrama, sonra da "Beni niye eleştiriyorlar" diye, eleştirenlere İrlandalı de... *** Dünya Şampiyonası için o salonlara İrlandalılar da girer, Romanlar da, Çerkezler de, Lazlar da, Kürtler de... Beğendiklerini alkışlar, yamuk gördüğü her şeyi de eleştirirler... Rahatsızlık duyanlar, kimselere İrlandalı benzetmesi gibi, bayat esprilerle cevap vermesin! Biz o salonlara Demirel için değil, ay-yıldızlı takımımızın başarısını görmek için gideceğiz; televizyon başına, elimize bayrağımızı alarak oturacağız. Onlar yense de, yenilse de bizim alkışlarımızı, sevgimizi alacaktır. Ama Demirel'e, değil alkış, gülücük bile yok... Mutlu musunuz? Futbol Federasyonu, Ankaraspor'a öyle bir taktı ki, önce Süper Lig'de doğradı bu takımı... Sonra, Bank Asya kuraları çekildiği halde, uçurumdan atarcasına itti Ankaraspor'u bu ligden de... Ve Ankaraspor resmen bitti... Neden? Yöneticilerinin türlü oyunları ile, hiç günahı yokken dinamitlenen takım, futbolcularının perişan halleri ile bir yıldan beri çilekeş bir takım haline getirildi. Hakkını hukuk yolu ile aramaktan başka çaresi kalmadığı için de, adalete sığındı Ankaraspor... Ama bu defa boynu, federasyonun giyotininin altında vücudundan koparıldı. Federasyon sanki, dev cüsseli bir kabadayının, mahallenin gariban küçük çocuğunu tekme tokat dövmesi gibi acımadı Ankaraspor'a... Ama göreceğiz yakında... Bu federasyon günahının bedelini çok ağır ödeyecek... Ankaraspor mu? O, bir zamanlar vardı futbolumuzda, ama artık yok... Ali Turan komedyası G.Saray, taa geçen sezonun ikinci yarısı başlamadan Kayserispor Kaptanı Ali Turan'ı "Sen bizim evladımızsın, seni alacağız" diye kandırdığında Anadolu'nun sarı-kırmızılı takımı, transfer görüşmelerini kendilerinden izinsiz yaptığı gerekçesiyle bu futbolcuyu, en ihtiyaç duyduğu anda kadro dışı bıraktı. Ali Turan'ın sonunda hayalleri gerçekleştiğinde sanki kanatlı aslan olmuştu... Uçuyor, uçuyordu... Ama ne oldu? Ali Turan şu anda G.Saray'ın ihtiyaç duyduğu isim değil... Tıpkı bir başka Anadolulu kaptan Çağlar gibi... Şimdi adama sormazlar mı; oynatmayacaktınız da niye aldınız? "Yedek" diye tuttuğunuz iki isim, daha düne kadar Kayseri ve Denizlispor'un kaptanlarıydılar. Sonra da diyoruz ki, Türk futbolu neden bir adım ileri gitmiyor? İstanbullu beylerin, bu adam yeme illeti yüzünden tabii... Kaptanları bile çımacı yapıyorsak, gerisini siz düşünün işte... Bitmeyen çile... Yıl 2003... G.Saray-Olimpiakos ile Olimpiyat Stadı'nın açılışında karşı karşıya geliyor. O zamanlar yolu olmayan o stada gidebilmek için 4 saat trafikte boğuştuğumuz yetmiyormuş gibi, dönüşte de 6 saat perişan olmamız unutulmadı daha... İstanbul'un bir ücra köşesinde "Öksüz bir gelin" gibi tek başına kaderine terk edilen bir stat, kendisine koşacak sevgilileri tam 7 senedir bekler durur. Gelmek isteyen var da, nasıl gelecek... O trafik denilen canavar, yolları kesmiş çünkü... Yıl 2010... Ağustos'un 7'si... Süper Kupa finali için bu stadı süsleyenler, yine bir şeyleri unutmuştu. Trafiği... Karşılaşmanın 25. dakikasında yolda kilitlenip kalanların sayısı hiç de az değildi... Ve o Olimpiyat Stadı, bir kez daha mutluluğu yaşayamadı sevenleriyle... Yine öksüz kaldı... Ona koşmak isteyen sevgililer ise çaresizdi... Bir kere daha lanet okudu ilgililere... Seyyar satıcıların, korsan kulüp formaları satanların, bir gece önceden pusuya yattığını görmedi o ilgililer... Basın mensuplarını bile çoraplarına kadar arayanlar, stadın dört bir tarafını çevreleyen kenarlarda, dönercilerin, sucukçuların ellerindeki uzun keskin bıçaklarını görmezden geldi. Sanki dağ başında eşkıyaya teslim edilmiş bir gelin gibiydi Olimpiyat Stadı... Koruyanı yoktu, seveni çoktu ama geleni yoktu...