Futbolumuz... Dünyada yerini, kendimize göre en üst noktaya taşıdığımız futbolumuz... Takımlarımızı bir Barcelona, bir Real Madrid, bir Manchester United ayarında gördüğümüz futbolumuz... Seyircimizi bir tiyatro, bir konser seyircisi klâsında sandığımız futbolumuz... Yere göğe sığdıramadığımız; gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını ardına kadar açtığımız futbolumuz... Kendimizi, bir ninni edasında uyuttuğumuz futbolumuz... Ne kadar da uçuyoruz... El Clasico'yu, dünyanın 400 ülkesi televizyonlarından izlerken, bizim G.Saray-F.Bahçe derbisini, 600 bin dekoter sahibi ve belki bir miktar da kahve kültürünün topladığı insanlar dışında kimsenin iplediği yok ki... Koreografi yaparken, statta bir taraftarı komaya sokan sanki biz değiliz... Misafir takımın oturacağı bölümü, hayvan pisliği ile doldurup, o misafirlere Guantanamo Hapishanesi'ndeki eziyetten daha büyüğünü sanki bizler yapmadık... Tribünde adam öldüren de biz değildik... Kendini tutamayıp, sahaya atlayanları yakalayıp karakola getirdiğimizde onların "Biz atlamadık, arkamızdan ittiler" komikliğini ciddiye alıp, olayları unutan da, sanki biz değiliz... Irkçılığı hatır sorma, küfrü "N'aber, nasılsın, evdekiler nasıllar" diye iltifat polemiğine sokan sanki biz değiliz... Play-off'u misafir takım seyircisini almadan oynatan; sonra da adına Süper Final apoletini takan; böylece "Cilalı Taş Devrine" geri dönen, sanki biz değiliz... Sahaların önünde, polisle göğüs göğüse çarpışan, kaldırım taşları ile kuş avlar gibi devletin güvenliğini sağlayanların kafasını yaran biz değiliz sanki... 3 Temmuz'dan beri, 140 bin sayfa tapeyi, teknik takibi "hikaye, geyik muhabbeti" gibi algılayan; tutuklu insanların Metris'te misafir edilmek için tutulduğunu zanneden; tarlayı kurban, para alışverişlerini borç, küfürleri iltifat olarak algılayan, sanki biz değiliz... Meclis'te bir gecede "Şike yasasını" kuşa çevirirken; 58. maddeyi ikiye bölmenin cesaretini gösteremeyenlerin, belli adreslere endeksli teslimiyetini içimize sindiren, sanki biz değiliz... UEFA'yı uyutmaya çalışarak, bunu bir başarı öyküsü gibi sunanlar, Türk futboluna ne kadar kötülük yaptıklarının farkına varamadığı bir ülkede, onları alkışlayan sanki biz değiliz... Daha neleri sayalım? Hangi pislikleri, hangi üçkağıtçılığı, hangi yamukluğu... Eskiden deveye sorarlardı... Şimdi, hangimize sorarlarsa sorsunlar, artık deve gibi cevap veren biz değil miyiz? Ligimizin üstünden kostümünü çıkarıp, onu dünyanın gözü önünde çırılçıplak alay edilen hale getirenler mutluysa, kusura bakmasınlar, biz değiliz... Ben böyle ligin de, böyle futbol anlayışının da içine tüküreyim... Neleri konuşuyoruz? Şu günlerde en çok konuşulan şey, futbolun güzellikleri değil ne yazık ki... Ya şikâyet, ya aşağılama, ya yolsuzluk... Emre malum... Trabzonspor Kulüp Başkanı Sadri Şener itiraf ediyor: "Emre beni dövmek için uçağın kapısında beklemiş." Daha önce neler yaptığını biliyoruz da, bir futbolcunun kulüp başkanını dövmeğe teşebbüs etmesini anlayamadık gerçekten... Şener, Emre'ye verilen cezayı beğenmeyerek, Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu bile... Bir başka örnek... Melo ve Riera'nın kavgası öyle veya böyle tatlıya bağlanmışken, F.Bahçeli Avukatlar Derneği'nden birisi, Bakırköy Savcılığı'na suç duyurusunda bulunuyor... "Bu bir darp olayıdır" diye... Ve bir örnek daha... İstanbul Büyükşehir Belediyespor eski başkanı Göksel Gümüşdağ ve yeni başkan Çağatay Kalkancı, genel müdür yardımcısını, futbolculara dağıtılması gereken 660 bin lirayı zimmetine geçirmekle suçluyor... Trabzon'da ofsayt gol... İnönü'de ofsayt gol... Melo'nun Pitbull koreografisi; Mehmet Topuz'un çakma Pitbull taklidi; Taksim'de olaylar, gösterilmeyen kartlar... Peki; sahada oynanan futbol nerede? Onu konuşmaya fırsat kalmıyor ki...