Devrim arabaları!

A -
A +

Bir zamanlar, sadece dergilerde görüp iç çektiğimiz otomobilleri "neden biz de yapmıyoruz" diye düşündüğümüz 60'lı yıllarda, o günün şartlarındaki zorluklara rağmen bir tane de olsa piyasaya çıkardığımızda, mutluluktan havalara uçmuştuk... Ama arabayı yapan biz, nedense tören gününde benzinini koymadığımız "Devrim'i" yürütemedik... Ve başa döndük... 60'lı yıllar, Türkiye'nin zor şartlarla mücadele ettiği yıllardır... Bu gün artık konuşulması rafa kaldırılmışken, birden bir yabancı ortaya çıkıp "1960" yılından bahsetti... O yabancı Beşiktaş'ın teknik direktörü Schuster'di... Hani, hep çokbilmişliği ile kimseleri takmadan, uluorta her yerde saçmalayan, Schuster... Alman hocanın geçmişinde yer alan sözler ve eylemlerine şöyle bir baktığımızda, onun nasıl birisi olduğuna karar vermek zor olmaz aslında... 1980-88 yıllarında Barcelona forması giyen Schuster, Alman futbolcu Breitner'in jübilesine gitme konusunda kendisine ve takım arkadaşı Maradona'ya izin verilmeyip, pasaportları elinden alındığında, bakınız ne yaptı... Schuster; Barcelona Müzesi'ni basıp "Ya pasaportumuzu verirsiniz, ya da buradaki kupaları tek tek kırarız" tehdidi savurdu... Pasaportunu geri aldı... Bir diğer olayı... Barcelona'nın teknik direktörü Lattek'i beğenmediği için Başkan Nunez'e gidip "Bu ihtiyar keçiyle çalışmak istemiyorum" dedi ve Lattek'i kovdurdu... Bitmedi... 2008 yılında Real Madrid'in başındayken "Önümüzdeki hafta Barcelona'yı yenmemiz mümkün değil... Bu sezon onların yılı" dedi... Ve bir müddet sonra görevinden ayrıldı... (Kaynak BUGÜN Gazetesi) Türkiye'ye geldikten sonra da azıttı Schuster... Trabzon'a salladı; basın mensuplarına edep yerini gösterip "Bunu da çekin" terbiyesizliğinde bulundu... Akreditasyon kartını takmamak için direndi; Bursaspor'u, ilkel futbol oynamakla suçladı... Ve son olarak da, Konya beraberliği sonrası Türkiye'yi "1960'lı" yılların futbolunu oynayan ülke olarak tanımladı... İşte bu densiz teknik adam bizlere; 23 mühendisin 150 günde ortaya çıkardığı ama benzinini koymayı unuttuğumuz Devrim arabasını hatırlatıp dururken, kendi beceriksizliğini ise hiç görmüyor... Ama şunu bilmesinde yarar var... O Beşiktaş'ı hiç hak etmiyor... Beşiktaş'a, hiç yakışmıyor... Hagi'nin toleransı Denize düşen yılana değil ama bir takım Rijkaard gibi bir hocanın elindeyse, sonunda Hagi'ye sarılır elbet... Çünkü onun, G.Saray'a futbolculuk yıllarında verdiği güzellikler, kolay kolay anlatılmaz ve unutulmaz... Her iyi futbolcunun, iyi bir teknik direktör olacağı garantisi yoktur elbette... Hagi'nin zor dönemde sarı-kırmızılı takımda görev alması, muhtemel eleştirileri göğüslemesi, belki de çok kısa zamanda gönderilmesi gündemde iken, elini taşın altına koyması, alkışı hak eden en büyük sebeplerdir... Ama Hagi, çabuk parlayan ve bunu anında dile getiren yapısıyla, G.Saray'da uzun vadede düşünülecek isim değildir... Tıpkı Cevat Güler hoca gibi... Adam, 6 maçta G.Saray'ı şampiyonluğa taşıdı ama şimdi ortalıklarda yok... Hagi'nin, Misimovic olayında olduğu gibi hatalara imza atması, ilkokul sıralarındaki çocuklara davranış şekli gibi "Kulağını çekerim, tek ayak üzerinde durma cezası veririm, veline şikâyet ederim" gibi fevri davranışlarıyla, üzerine aldığı görevin ağırlığı, uyuşmamaktadır... Üstelik ceza verilirken, ceza alması gerekenler, sahada uyurgezer gibi dolaşanlar, hatalarıyla zarar verenler, kavgacı kimlikleriyle sevimsiz olanlar dururken, Misimovic, gemiden atılacak ilk yolcu değildir G.Saray'da... Futbolculuğu unutulmasa da, Hagi, sarı-kırmızılı takımda, şimdi yaptıklarıyla bir doktor değil, sadece pansumancıdır ancak... Hiddink'in bisikleti Lâfı gediğine koymakta üstümüze yok bizim... Önce "Ne faydası olur" diye, gelmeden isyan bayrağını açtık... Geldikten sonra, aldığı paraları konuştuk, itiraz ettik, fakir fukara edebiyatı yaptık... Emeklinin, işçinin 25 yılda aldığı paraları, onun 2,5 ayda kazandığını ve bunun helal olmadığını dile getirdik... İyi ki de bunları söyledik... Hiddink, bir değişti ki sormayın... Aynı gün 3 maça gitti... Aynı gün iki şehir dolaştı... Evinden çok, statlarda mesai harcadı... Eskileri bir çırpıda silip, geleceğin takımını oluşturma çalışmalarına girdi... Hollanda önünde de, geleceğin milli takımının temellerini attı... Ve tuttu bizlere inceden bir giydirme yaptı... "Benim bisikletle gezdiğimi zannettiniz değil mi ?" Öyle zannettik ama böyle bisiklet gezmesine, can kurban Mösyö Hiddink... 90+1'deki isyan! Hangi futbolcu olursa olsun, sahadan kenara alınırken bir burukluk yaşar... Sanki o, kendisini beceriksiz, başarısız bulur o zaman... Tribünlerin önünde, başını öne eğer ve kulübenin yolunu tutar... Ama Trabzonspor'un haylaz futbolcusu Engin Baytar olunca uymaz bu tarifimize... O, golsüz giden bir karşılaşmada, yerini Barış'a bırakırken, cinleri tepesindedir... Gözleri yuvalarından fırlamış, bakışları kin ve öfke dolu, kendisini saha kenarına alan hocası Şenol Güneş'e sayıp, sövmektedir... 90+1'deki bu değişikliğe isyan eden Engin, kendisine forma şansı verip, milli takıma yükselten Şenol Güneş'e yaptığıyla, tam bir Brütüs örneği vermiştir... Şenol Güneş, belki onu affedecektir ama biz şimdi; böyle bir kafa yapısındaki futbolcunun, milli formaya yakışmadığını ve bunun bedelini ödemesini bekliyoruz... Robin Hood Her ne kadar, İngiliz Halk Hikâyelerinde bir haydut olsa da, onu günümüzde bile "Zenginden alıp, fakire dağıtan halk kahramanı" olarak biliriz hepimiz... Robin Hood'dan bahsediyoruz... Bugünlerde ligimizde de bir Robin Hood var... Manisaspor Teknik Direktörü Hikmet Karaman... (Bu benzetmeyi basında ilk Yeni Asır Gazetesi yaptı) O, sıfır puanla aldığı Manisaspor'u 9 maçta 15 puanla tanıştırırken, Trabzonspor'u, Beşiktaş'ı ve de G.Saray'ı deplasmanda devirip; sahasında Kayseri, Konya ve Bursa'ya 3 puan hediye etti... Hikmet Karaman tıpkı Robin Hood gibi... Zenginden alıyor, fakire dağıtıyor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.