Bazen yorgunluktan, bazen de ihtiyaçtan mola veririz... Ruhumuz darlaştığı vakit verdiğimiz mola da başkadır... Kendimizi, saçma da olsa, hayal dünyamızın olmadık güzelliklerinde geziniyor gibi atarız boşluğa... Okyanuslarda kürek çekeriz sevdiğimizle birlikte... Dağlarda piknik yapar, yükseklerde "Kardelen" toplarız tek tek... Ne zaman ki, kafamızın içindeki ağırlıklar bir bir erir, ne zaman ki, karamsarlıktan sıyrılırız, işte o zaman gerçek yaşantımıza döneriz... Çünkü, hayal dünyası geçicidir, o eğlencedir, avunulacak bir sıcaklıktır... *** Gazetecilik "içerden ve dışardan bakışın" zıt zıta çakıştığı bir güzel meslektir... Mesleği sevmeyenin, sadece belli bir yere kadar götürebileceği bir meraktır bu güzellik... İmrenilerek, kıskanılarak bakılmasının tek cazibesi, cepteki "sarı basın kartının" avantajları değil "paylaşımın verdiği bir zevktir" gazetecilik... Kültür seviyesini, her zaman taze tutmak zorundadır gazeteciler... Okumak, olayları takip etmek, çağın gereçlerini kullanabilmek ve ona becerisini katabilmelidir... Gazeteciliği, sadece mektebinden mezun olanlar değil, hayat sıralarında okuyarak, görerek, araştırarak ve azmederek gelinen bir kıskanılacak hale getirmek, bu mesleğin birinci şartıdır... Ve en önemlisi de, büyüğüne saygı, mesleğine saygı, küçüğüne saygıdır ana prensibi... Dışarıdan görüldüğü gibi, para babası değildir bu mesleğin sahipleri... Bir avuç meslek erbabını kenara alırsak, diğerleri, hayat şartlarının üst değil, orta direk bölümünde toplanmıştır... Ele güne muhtaç değildirler sadece... *** Spor basını, gazeteciliğin bir başka uzantısıdır... Çünkü spor basınının gümrük kapıları, siyasi sayfaların, ekonomi bölümlerinin gümrük kapıları kadar sıkı değil, hatta "serbest bölge" gibi, yol geçen hanıdır... Dileyen, gelir, köşesini kapar, havasını atar ve de cebini doldurur gider... Kimse darılmasın, alınmasın... Futbolu bıraktığı gün, gazeteci olan, köşe yazarlığına başlayanların sayısı, hiç bir zaman küçümsenmeyecek boyutlardadır... Çünkü, bizim yaptığımız işi "Atla deve mi ki?" diye hafife alanların üstelik bir de "Onlardan daha iyi bilirim" gibi hava atarcasına aramıza sızmalarını, her defasında kınasak da, önleyemediğimiz bir hayat tarzına dönüşmesine de seyirci kalırız üstelik... Spor yazarı olmanın, hiç bir özelliğini dikkate almayan, bu uğurda dirseklerini çürütenlerin önüne saygısızca geçenler, becerilerinin değil, zamanında yaptıkları isimlerinin çekim kuvveti ile, reyting canavarının kucağına düşmüş ve onunla alay eden kitle oluşturmuştur... Bu gün, nasıl ki Kemal Sunal filmleri, 50. defa gösteriminde bile izlenme rekorları kırıyorsa, zamanında futbol yıldızlığını, balıkçılığını, matbaacılığını, doktorluğunu, antrenörlüğünü, basın sektörüne kolayca taşıyanlar, bu unvanlarını üstelik yaldızlayarak sürdürmektedir... "Bir günde spor yazarı olanların" bu sevdadan kolay kolay vazgeçmemelerinin temelinde, spor sayfalarının "büyülü atmosferi" yatmaktadır... Tabii, bazı öyle isimler de var ki; bizim mesleğin en krallarıyla bile boy ölçüştükleri için, ellerini sıkarız onların... Bunlara saygımız ve sütunlarımız zaten her zaman açıktır... Ama boş kaldığı dönemlerde "Lig TV" veya diğer kanallarda ve gazetelerde spor yazarlığına soyunanları kabullenemiyoruz... Çünkü bizim meslek "dinlenme tesisi" değildir ki... Mola verilecek yer gibi gördükleri kutsallık, aslında bizim mesleğin gerçek erbaplarından birisini kurban ettikleri yer olmaktadır... Çünkü bu "molacılar" yüzünden "gerçek spor gazetecisi" mesleğin dışında kalmaktadır... Teknik konularda burunlarından kıl aldırmayanlar, spor ahkâmı kesmeye başladılar mı, aslan kesilmektedir... Taa ki, yeni bir iş buluncaya kadar... Doktorunun "Bikini giyeceğim" diye gündem belirlediği, balıkçısının, hiç sevmediği "sarı-lacivertli forma ile ekranda boy göstereceğim" dediği bir kepazeliği yaşamaktayız... Bikini giyse ne olur, forma giyse ne olur? Ama bizim ülke vatandaşımız, tüm saçmalıkların ve kendi üzerine oyun oynayıp, reyting peşinde koşanların meraklısı olduğu için, güzelim meslek, komedi tiyatrosuna döndürülür böyle işte... Sesini çıkarmayan, mesleğini kıskanmayan, koltuğunun altından çekilmesine seyirci kalan meslektaşların, hayata ve işine olan küskünlüğü, ne yazık ki artık kangren olmuş bir yara gibi, neşter vurulmaz haldedir... *** Bu günler geçer mi bilinmez... Ama bir müddet daha, molacıların "fink" atacağı bir "dinlenme tesisi" gibi, işgal altında kalacağımız kesin... Meslek örgütlerinin, elinin kolunun bağlı olması ve çaresizliği, yetki çıkmazının bir ürünü olsa da, bilhassa TV sorumlu müdürlerinin bozuk para gibi, bu mesleğin gerçek emekçilerini, harcamaması gerekir... Reytingler, bugün var, yarın yok... Ama spor basının gerçek emekçileri bir bakarsınız "hiç" yok... Arkalarından, sonradan ağıt yakılacakların, yaşarken bir parça saygıya ihtiyacı var... O saygıyı, reytingin çarkları arasında öğütme pahasına, sütunlarını ve programlarını "sanal gazetecilere (!)" açmaları, gelecekte, tarihin sayfalarına kara bir leke gibi düşecektir... İş işten geçmiş olacaktır o zaman... Ve dudaklarımızdan şu kısa sözcük dökülecektir: "Allah rahmet eylesin..."