Dostlar gider, düşmanlar birikir

A -
A +

Her insan yanlış anlatabilir, her insan yanlış da anlayabilir... Bazen, kimseleri incitmeden tuşlara basarken, Türkçe'nin düşünce tarzlarına göre uzayıp kısalabileceğini kestiremiyorsunuz... Örneğin; geçen haftaki yazımızda Milli Takım Menajeri Can Çobanoğlu için verdiğimiz bilgiler, sadece adresteki kişiyi üzmüş ve rahatsız etmiş... *** Ne demişiz meselâ... "...Özcan Bizati, Metin Bayındır, Mesut Bakal isimlerini kaç kişi biliyor? Çünkü bu emekçiler, insan önüne çıkmaz, daha doğrusu çıkarılmaz, yaptıkları hizmetler anlatılmaz... Bu üç isim çok azımızın bildiği gibi, A Milli Takım Antrenörleri... Ama biz bir Ersun Yanal'ı, bir de Can Çobanoğlu'nu vitrinde görürüz..." Ve devam etmişiz: "...Milli Takım sayesinde 52 ülke gezdiğini itiraf eden Çobanoğlu'nun, asli görevleri arasında otel rezervasyonları, yemek, seyahat organizasyonları bulunmaktadır... Bakınız; Çobanoğlu'nun başarılı olduğu bu işlere, asla sözümüz yok... Aşırı derecede masraflı olmasına rağmen "en pahalı" yerleri tercih eden, bu yüzden federasyona inanılmaz yük getiren bu menajer, yerinde duramayan, atletik yapısının çevikliğiyle her platformda boy göstermeye merak sarmıştır yıllardan beri..." *** Bunları yazarken anlatmak istediğimiz, Arnavutluk maçı öncesi, Ersun Yanal'ın yaptığı basın toplantısında gördüğümüz manzaraydı... Toplantıda, yine Milli Takım Antrenörleri yoktu... Basın toplantılarında bile, vatandaşın göremediği, tanıyamadığı, sanki onlar ulvi bir göreve "iş olsun" diye çağrılmışlar gibi bir konumdakilerin vitrine çıkarılmayışlarını içimize sindiremediğimizden, sesli düşünmüştük... Ama nedense sayın Çobanoğlu, bizi kendisine hakaret etmekle (!) suçlayarak bir açıklama göndermiş... İşte Çobanoğlu'nun cevap yazısından bir kaç paragraf: "... pozisyonum ve şahsımla ilgili olmayan suçlamalarınıza (ne suçlaması anlamış değiliz) gerçeklerden yola çıkarak bir açıklama yapmamın gerekli olduğu kanaatindeyim... ".... menajerler görevlerinin tabiatı ve sorumluluk çerçeveleri gereği, medya ile olan ilişkileri de yönetir, gerekli olması durumunda sözcülük görevini de üstlenirler... Dolayısıyla benim pozisyonumun dünyada bir örneği olmamasına ilişkin görüşleriniz gerçeği yansıtmadığı gibi, konu hakkında biraz daha derinlemesine araştırma yapmanız ve Milli Takım'la ilgili gelişmeleri yerinde takip etmeniz gerektiğini ortaya koymaktadır... " *** İnanın günlerce araştırma yaptık, internette olsun, yayın organlarında olsun yüzlerce doküman kurcaladık... Gerçekten, hele bir milli takımda "idari menajer" olup da, basın toplantılarına bizzat katılıp, fikir beyan eden, sahadaki oyuncu değişikliklerinde çizgiye kadar gelip olaya müdahale ve yardım eden, yedek kulübesinde oturan bir menajere rastlamadık... Haa... Sayın Çobanoğlu bir noktada haklı olabilir... Çünkü görev sınırları federasyonca belirlenmemişse, kendisine "yanlış yapıyorsun" denmedikçe, yüzüne karşı söylenemeyenler, sadece dost sohbetlerinde dost bildiklerince (!) dile getiriliyorsa, haklıdır... Sayın Bıçakçı, göreve geldikleri günlerle daha önceki dönemi karşılaştırıp "...Milli Takım konaklama işlerinden tasarruf sağladık, Milli Takım'ın otel masrafları geçen dönem 6.5 milyon doları bulmuş. Bu masrafları kısmak istiyoruz" açıklamasını (SABAH-25.Mart.2005) yaparken, bu işlerin uzman kişisini hedef almıyor mu sanki? Hani deveye sorulup "Nerem doğru ki?" diye alınan cevap var ya, işte bizi hep zor durumda bırakan, bu cevap oluyor aslında... *** Gülay Yenilmez ismini de, aynen Milli Takım'ın basın önüne çıkarılıp konuşma hakkı verilmeyen 3 antrenörü gibi, pek kimse bilmez... O bir cesaret simgesi olarak, yakalandığı kanserle dalga geçer gibi boğuşan ve saçlarının dökülmesine en kestirme yoldan isim takan biridir... "Kanser bana yakalandı" diye adeta korkunç hastalıkla dalga geçen "Ben, çiçek taçlı kel kadınım" diye kendisine yeni bir zarafet tanımlaması getiren Gülay hanım, bakınız hayata olan bağlılığını ve yaşam mücadelesini nasıl anlatıyor: "Oğlum günlerce başımı okşadı... 19 yıllık evliliğim boyunca beni her gün yanağımdan öperek evden çıkan eşim, o günden sonra benimle, kelimi öperek vedalaşmaya başladı... Beni yıllarca Pamuk Prensesim diye seven annem, o günden sonra Keloğlanım diye sevmeye başladı." İşte Gülay hanımın hep iyiyi, güzeli, mutluluğu görmek istemesindeki yaşam felsefesi... Aslında, bizler de yarım su dolu bardağın her zaman dolu kısmını görmek istiyoruz... Ama çıkıp birileri zorla "Arkadaş, dolmamış bardaktan bize ne" dedirtiyor... Biliyoruz ki; bu yüzden dostlarımız gidiyor, düşmanlarımız birikiyor... İşte o zaman, kansere yenilmeyen Gülay Yenilmez gibi bakamıyoruz hayatın güzelliklerine... O da, bizim kusurumuz işte...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.