Fatih Terim, Türk futboluna damgasını vurmuş bir kaç kişiden en önemli isimdir... Yaptıklarını avuçlarımız patlarcasına alkışladık hep... Bu yüzden "Fatih'in yağcıları" damgasını bile yedi çoğumuz... Ona "İmparator" derken gururlandık, bu unvanı az bile gördük... Elindeki sihirli değneğin, futbolcular üzerinde ne büyük etki yaptığını, öve öve bitiremedik... G.Saray onunla dünya sıralamasında, tavan da yaptı, taban da... Fatih Terim, bir rejisörün arayıp da bulamadığı fotojenikliktedir... Kameralara nasıl poz verileceğini çok iyi bilir... Ve o kameraların ne zaman üstüne çevrileceğini mükemmel hesap eder... Bazen "Clark" bakışını, bazen kaş çatışını, evimizin taa içinde hissederiz... Futbolcusunu, bazen bağırarak, bazen de bir parmak işareti ile yönlendirirken, karizmasının parçası olarak, saha hakimiyetini mutlaka cümle aleme hissettirir... İşte Fatih Terim böyledir... Oturmasıyla, konuşmasıyla, değişik kişiliğiyle, bazen çok sevimliliğiyle, bazen çok sinirliliğiyle Fatih Terim budur işte... Bizler onu böyle sevdik, böyle bağrımıza bastık ve "İmparator" yakıştırmasını bilerek taktık... İtalya'ya macera arayışına gidişini, bir türlü içimize sindirememize rağmen, onu yine de özledik, hep geri istedik... Döndü sonunda... Ama bu Terim, bizim İtalya'ya gönderdiğimiz Terim değildi ki! Fatih Hoca dönüşte, hırsının yanına, daha bir siniri, daha bir isyanı eklemişti... Eskiden duysa bile duymamazlığa geldiği eleştirileri, şimdi didik didik edip, sahibine iadeli taahhütlü anında geri gönderen bir kimliğe bürünmüştü... Terim'i bu değişikliğe iten, isteyip de, istediği gibi olamayan takımının durumuydu... Her ne kadar Trabzonspor maçının kazanılması, spor kamuoyunda fazlaca abartılmasına rağmen, G.Saray, o bildiğimiz G.Saray asla değildi... Terim de bunun farkında olduğu için, ekran karşısında bir başbakanın bile bu kadar cömertçe bulamayacağı dakikaları, sadece kendisi için kullanırken, mütevazılığını da kaybettiğini ilân ediyordu... Bizim eskiden bildiğimiz Terim, 5 yabancıdan 4'ünde asla yanılmazdı... Bizim bildiğimiz Terim, takım iskeletini tam olarak kurmak için asla 13 hafta beklemezdi... Bizim bildiğimiz Terim, tribünleri arkasına almak için, suçu üstlenip, bunun altından yine tribünler sayesinde kalkacağını sesli olarak açıklamazdı... Ve bizim bildiğimiz Terim, ne sahada kameraman kovalar, ne seyirciyi hakem üzerine kışkırtır, ne durgun denizlerde zorla dev dalgalar çıkartırdı... G.Saray tarihinde çok özel bir yeri olan Terim, bu sezon geçmişindeki başarılarıyla yaşamak zorunda kalmıştır... Eğer bugün tribünlerin bir bölümü "Ordun arkanda imparator" diye destek veriyorsa, bu G.Saray'ın şu anda liderlik koltuğunda oturmasının bir uzantısıdır... F.Bahçe gibi ezeli rakibe tanınan 6-0'lık hezimetin burukluğu, UEFA Kupası şampiyonluğu gibi, G.Saray tarihinde yerini yine Terim'le almıştır... Eskiden asla işine karışmayan basın, yeni Terim'in her adımını, her yanlışını yüzüne vururken "İmparator" kendisine karşı gelinmesine son derece sinirli tavırlarla anında karşılık vermektedir... Terim, Türk futbol tarihinde, kendisine, yönetimler tarafından büyük hoşgörüler tanınan tek hocadır... Ama bu özelliği, kendisinin eleştirilmeyeceği, hatalarının yüzüne vurulmayacağı anlamına da gelmez... Çünkü G.Saray, onun kumandasındadır ama, 20 milyon kişinin ve Türkiye'nin de takımıdır... Basının görevi yargılamak değil şüphesiz... Hakaret etmek hiç değil... Ama basın yol göstericilik görevini yapmak yolunda, dikkate alınsa da, adam yerine konmasa da görevini yapmak zorundadır... Futbol dünyasında, üzerinde dokunalmazlık zırhı olduğunu zannetmek, bir yanlışlığın, bir hazmedemeyişliğin göstergesidir... Biz bu kategoriye, basına yan baksa da, sitemler yağdırsa da, uzak dursa da, yine de Fatih Terim'i asla katmak istemiyoruz... Ama... Şimdilik...