Transfere doymayan F.Bahçe, yeni kadrosu ile ilk lig maçında ağırlığını hissettirerek, şampiyonluk yarışının en büyük adayı olduğunu ispatladı. Bilica, Cristian, Dos Santos gibi yeni isimleriyle, taraftarını yeni forması ile mutlu eden sarı-lacivertli takımda, kendinde ayrıcalık gören birisi vardı. Yılda 3.5 milyon euroya top koşturan Emre Bölezoğlu... Önce imaj değiştirerek, kendisini Milanlı Gattuso'ya benzetmeye çalışmış... Hadi saçına, sakalına, bakışına karışmayalım, tamam... Ama ya forması? Sen ne hakla, o güzelim formanın kollarını ve yakasını makasla iğreti bir şekilde kesersin? Neden o takımın ahengini bozarsın? O kestiğin forma üstüne büyük geliyorsa, kafana göre o formayı düzeltmek senin ne haddine? Terzi misin sen? Eee, başkanından yüz bulan, kaptanlık verilmeye çalışılan bir yıllık F.Bahçeli, kendinde bu özelliği görüp, eline makası alabiliyor ve o değerli formayı kafasına göre doğrayabiliyorsa, yazık o giydiği formaya... Nerde ona; eğer söyleyebiliyorsa "Ya oyununu oyna, ya da terzilik yap" diyecek yönetici?! Hep aynı hikaye Beşiktaş'ın G.Antepspor'dan büyük paralara transfer ettiği İsmail Köybaşı, Türk futbolunda hızlı yükseliş gösteren bir oyuncu... Siyah - beyazlı takıma gelir gelmez, önce yılların İbrahim Üzülmez'inin elinden formasını ve ilk onbir şansını aldı... Üstelik Süper Kupa ve ligdeki Büyükşehir Belediye maçlarında çok silik bir futbol ortaya koymasına rağmen, kendini, birden milli takım kadrosunda buldu... Yıllardan beri hep aynı anlayışın gündemde olduğunu görüyoruz... İsmail'i, G.Antepspor'da keşfedemeyenler, Beşiktaş'taki iki kötü futboluyla onu milli takıma davet ediyor... Ama sorsanız "Biz onu, yıllardır takip ediyoruz" cevabını vereceklerdir... İyi güzel de, Beşiktaş'a gelmeden önce niye davet etmediniz milli takıma... İbrahim Üzülmez'in günahı ne peki ? İsmail'in, İbrahim Üzülmez olabilmesi için, daha bir fırın ekmek yemesi gerektiğini göremeyen Denizli ve Terim'in "ortak marka özellikleri" yıllar geçse de aynen devam ediyor demek ki... Köybaşı'nın şansı, hayırlı olsun... Gel de kıskanma! 50.675... Bu bir ikramiye değil... Bu; vefalı taraftarın kulübe destek vermek adına aldığı kombine bilet sayısı... Almanya'nın en köklü kulüplerinden biri olan Borussia Dortmund'un, eski adı "Westfalenstadion" olan "Signal Iduna Park" stadında kombine bilet satışının ulaştığı bu rakam, bir zamanlar batma tehlikesi içindeki Alman ekibini adeta ayağa kaldırdı. 800 bin nüfuslu Dortmund şehri, 80.708 kişilik, ülkesinin en büyük stadını, her maçta doldurmak için can atarken, bundan, bizim kulüplerimizin alacağı ders mutlaka olmalı. Öyle ki; her yıl 50-60 milyon euroluk transferlerle taraftarının gözünü boyamaya çalışan "3 büyükler" gelir hanelerinin en büyük paragrafını işgal eden "yayın geliri" olmasa, açlıktan nefesleri kokacakken, forma satışları ile yaşama yarışana girerek, gerek Divan'larında, gerekse sıradan geçen kongrelerinde aklanıp, büyük iş yaptıklarını zanneder... *** Yeni bir hoca alır, büyük paralar serpiştirir ama bir yıl geçmeden onu kovar, daha büyük tazminatlar öder. Yaşlı futbolcuyu transfer eder, bir yıl sonra onu da göndermek için cebine yüklü bir tazminat koyup büyük uğraş verir. Amigolara bilet dağıtır, tribünleri danışıklı sloganlarla satın alarak, saltanatlarını sürdürür. Üyelerin aidatlarını bile kendisi ödeyen yönetimler, o biletlerin hatırına, kulüplerini, iyi yönettiklerini ve sevildiklerini zanneder. Borç içinde yüzmelerine rağmen "paralı başkan, paralı yönetici" kimliğinin ezikliği içinde, kulüplere hizmet etmek isteyen gerçek yöneticilerin önünü kesmeyi marifet sanır. 17 milyonluk İstanbul trafiğinin en göbeğindeki 3 stadın toplam kombine satışı, Borussia Dortmund'un satışının yarısına bile yaklaşamayanların, borç hanelerinin kabarıklığı ise, daha dün Çin'in büyük bir bölümünü yutan "Morakot" tayfunundan büyük boyutlarda olması, kimsenin umurunda bile değildir nedense... İşte Türk futbol yönetimi, işte Dortmund örneği... Bizdeki sistem, borç katlama; elin oğlunda, kombineler ve sponsorlara sadece forma reklamı değil, stat isimlerini bile satma imkanı tanıyan gelir arttırma... Ne diyelim? Onlar karınca, bizimkiler Ağustos Böceği...