Toplumun çoğu kesiminde genellikle böyle durumları görürüz. "Asalım, keselim" edebiyatı yapanlar, iş tatbikata geldiğinde ortadan "sır" olup giderler... Gözler birilerini arar... Hani "Anca beraberiz, kanca beraberiz" delikanlılığı içinde "Yürü aslanım, kim tutar seni, arkandayız" diyenler; söylediklerini birer "alzheimer" hastası gibi hatırlamayarak işi pişkinliğe vurur... Ve bir bakmışsınız ki, tek başına kalmışsınız... "Beraber yürürüz biz bu yollarda" diye söylenen şarkılar bile unutulmuştur... Hayatın gerçekleri ile burun buruna geldiğinizde ise sizin yapacağınız bir şey yoktur... Kendi kendinize sadece "Galiba satıldık" demek kalır ağaçlara, toprağa, havaya... Çünkü yanınızda sadece onlar kalmıştır... İşte 26 Ocak... Futbol Federasyonu'nun Olağanüstü Genel Kurulu'ndaki manzara... Daha düne kadar başka türlü konuşanlar, kongrede parmakları başka yönde kaldırdı... Mehmet Ali Aydınlar, şaşkın bakışlarla, kendisini bir anda yalnız bırakanlara "Clark bakışlarla" bir şeyler anlatmak istedi... Ama o birileri, başlarını başka yöne çevirip, gözlerini Aydınlar'dan kaçırdı... Artık Aydınlar o andan itibaren yalnız adamdı... Hani Türk futbolunu en az darbeyle, en az hasarla "nasıl korurum" diye kuralları bile çiğnemiş; işi uzatabildiği kadar uzatmış Aydınlar; 26 Ocak'ta kelimenin tam anlamıyla "Hanya'yı da gördü Konya'yı da." Peki geriye ne kaldı? O istediği kadar "şerefimle geldim, şerefimle giderim" desin... Ona, daha düne kadar "savaş naraları atıp, stratejiler sunanlar" şimdi kulislerde "beceremedi" yakıştırmasıyla, biten dostluklarıyla dedikodu fısıldıyor... "Kanunlar uygulamak için vardır" diyenler, geciken adaletin adalet olamayacağını bir defa daha anladı... İlk başta da Mehmet Ali Aydınlar... Peki, geriye ne kaldı? Kocaman bir "HİÇ" tabii... Neredesiniz haney? 26 Ocak sözde milat olacaktı... Türk futbolunun haritası yeniden çizilecekti ya... Hani; Erman Toroğlu, Ahmet Çakar gibi sivri isimler, Genel Kurul'da kürsüye çıkıp, gerçekleri haykıracaklardı ya... Hani; bir televizyon kanalına çıkıp "Aklı varsa Genel Kurul'a gelmesin, onu rezil edeceğim" diye gözünü korkuttuğu Göksel Gümüşdağ için atıp tutan Kasımpaşa Futbol Şube Sorumlusu Süha Sidal vardı ya... Ne oldu size haney? Toroğlu, Çakar uslu çocuklar gibi oturdular o gün... Sidal'ın "Sakın gelmesin" dediği Gümüşdağ, yönetim kurulu masasının en başındaydı... Demek ki bu işler dışarıdan "gazel" okumakla olmuyor... Ya da okuyorsan, herkese dinleteceksin o gazeli... Kördüğüm F.Bahçe'nin mayıs ayında Genel Kurulu var... Yeni bir yönetim, yeni bir başkan seçilmesi gündemde olacak o gün... Ama başkanlığı asla bırakmak istemeyen Aziz Yıldırım'ın, Metris'te tutuklu olmasına rağmen gıyabında aynı başkanlık apoletini takacağından kimsenin şüphesi olmasın... Çünkü görünen o ki "Sayın başkan, sen bir dönem kenarda otur, başka yönetim ve başka başkanla F.Bahçe'yi idare edelim" diyecek kimse yok ki ortalıkta... Ayrıca "ben adayım" diye ortaya çıkacak isimlerin de, camia tarafından kabullenilmeyeceği aşikâr... İyi güzel de, peki nereye kadar gidecek bu tip uzaktan kumandalı yönetim şekli? Ya da doğrusu bu mudur? Herkes halinden memnun mudur? Sağduyu sahibi her sarı-lacivertli renklere gönül vermişlerin, gerçeklerle burun buruna gelip, sadece başkanlarının akıbetini değil, F.Bahçe'nin geleceğini de düşünmeleri gerekmez mi? Yoksa bir gün "kördüğüm" olmuş meseleleri çözecek "Büyük İskender" bulmak çok zor olacaktır!