Hep acabalar içinde bekledik dün geceyi... Acaba dedik, dünya üçüncüsü bir takım bu apoletin ağırlığı altında ezilir mi? Acaba dedik, Avrupa Şampiyanası elemelerini fazla ciddiye almaz mı? Acaba dadik, İlhan Mansız - Hakan Şükür özlemi başımıza bir dert açar mı? Dedik de dedik... Ama karamsar düşünceleri bir 90 dakika sonunda küçük bir asprin hapı gibi yutuverdik... Slovakya kalıbına bakılınca, insan azmanı bir ekip görüntüsündeydi... Doğrusunu söylemek gerekirse, sahaya çıktıklarında biraz endişe kapladı benliğimizi... İspanyol hakemin düdüğüyle birlikte bütün bu endişeler yerini rehavete bıraktı... Sanki kahve fincanı elimizde, keyif içinde yaslandık arkamıza ve dakikaların erimesini bekledik... Eriyen sadece dakikalar değildi... Eriyen, tipleri futbolcuya benzeyen ama futbolları boylarının aksine cüce bir Slovak takımıydı... Dün gece defansımızda Alpay ve Bülent'in tecrübe ağırlıklı mükemmel anlaşmaları Rüştü'ye asla iş düşürmedi... Orta sahada her topa ölümüne kamikaze dalışı yapan Emre Belözoğlu ve sakin ama akıllı futbolunu yayan Tugay rakibin bütün gücünü kıran futbolculardı... Okan ve Yıldıray ise bazen eli belinde, bazen de rakibin arkasına attıkları alkışlık paslarıyla yine de çalışkandılar... Forvette Serhat - Arif ikilisi ise tadına doyum olmaz, Hacıbekir lokumu gibiydiler... Önce Arif, sonra Serhat'ın birbirlerine ikramları ve sonunda bulunan gol lezzetleri gecenin en mükemmel anılarıydı... Dün geceki rahat galibiyet gösterdi ki; grubumuzda tek rakibimiz İngiltere... Madem ki; dünya üçüncüsüyüz, madem ki arzu, hırs ve inat doluyuz, o halde elemelerde fazla endişe içinde olmamalıyız... Yeter ki; gollerden sonra işi hafife almayalım, oyundan kopmayalım ve arada bir de kulübede yırtınan Şenol Güneş'e kulak verip, takım oyunu oynayalım... Çünkü disiplinin olmadığı yerde, başarı gelip geçicidir...