İnsanın kendisini, su üstüne yazı yazan bir konumda görmesi ne tuhaf... Hani, kendimiz söyler, kendimiz dinleriz bazen... Duyuramadığımız sesimizin, ulaşamadığı noktalarda hani hiç bir şey değişmez ya... Başkalarının "Boşa konuşuyor" diye alaycı tavırlarla burun kıvırdığı durumlara düşeriz ya... İşte bugün de, boş konuşacak, su üstüne yazı yazacak, sözlerimiz, bir kulağımızdan girip, diğerinden çıkacak... Ama olsun, bugün bizim mesleğin sızlanma, karşı duvara vurup yine bizim suratımıza çarpan "aksi sedasının" günü olsun bir kere daha... *** Spor basınının, zarafeti, güzelliği, klâslığı, her geçen gün, değerini "yitirilmek zorunda" bırakılıyor... Elleri öpülesi ustalarımızın bizlere bıraktığı en güzel mirasın, avuçlarımız arasında erimesine seyirci kalırken, çaresizlikten kafamızı duvarlara boşu boşuna vuruyoruz... Duvar bile anlamıyor durumumuzu... İnsanlar nasıl anlasın?.. Bir zamanlar kalem tutan parmaklarımızın, sanki balyozla biftek misali ezilmesi ve kullanılmaz hale getirilmesi, bizim içimizdeki acımızı kat kat artırırken, bazılarının da ekmeğine kaymak sürüyor... Kimisinin iştahı kabarıyor, kimisinin ocağı sönüyor... Ama bu meslekte, hiç bir koltuk da, boş kalmıyor... *** Rahmetli İslam Çupi ismi, bugün Saraçoğlu Stadı'nın duvarlarında ve basın tribününde ölümsüzleştirilirken, bu hiç bir zaman kendiliğinden gelişmiş bir manzara değildir... Hayatında asla daktilo kullanmamış, her bir harfin yüksekliği en az bir santim büyüklüğündeki el yazısı ile kendine has bir özellik kazanmış İslam Ağabeyin yazılarını yazdığı dosya parçalarının kıymetini, şimdi daha iyi anlıyoruz... Neden üçünü-beşini saklamamışız, neden o yazdıklarının her harfini doya doya koklamamışız ki? Neden Necmi Tanyolaç ustamızın, önce daktilo tuşlarından çıkmış, sonra üzerinde tükenmez kalemle sayısız çıkma yapılmış, her satırı haber fışkıran doyumsuz eserlerini arşivimize kaldırmamışız... Yanarız, yanarız, bunlara yanarız... Gazeteciyi keşfeden, yetiştiren, ona bu mesleğin tüm güzelliklerini şırınga eden, elinden tutan, yuva kurduran, ev sahibi yapıp cebine para koyan Tanyolaç ve Çupi'leri öyle özlüyoruz ki... *** Geçen hafta, bizim spor basınının lokomotiflerinden bazılarının başlarına gelenlerden sonra, bu mesleğin artık tükenmek üzere olduğunu, hâttâ kırıntılarının kaldığına inanır gibi olduk... Dürüstlüğüne, gazeteciliğine, mesleğe olan aşırı hassasiyetine ve bağlılığına asla lâf söylenmeyecek Güven Taner... Gelmiş geçmiş, en büyük mizanpaj ustası, sayfaları, daha okula bile gitmemiş bir çocuğun dosya sayfalarını kolay karalaması gibi bir çırpıda okuyucuya sunan, beğendiren, daha sonra da bu işi gençlere bırakan, köşesinden mesaj üzerine mesaj yağdıran İsmet Tongo... Futbolculuğunun, hocalığının önünde, yıllarca saygı ile eğildiğimiz, sonra da kalemini dürüstlük ve futbola destek yönünde kullanan Coşkun Özarı... Ve de, TSYD'nin (Türkiye Spor Yazarları Derneği) yıllarca başkanlığını yapmış, her konuya, kendine has kibarlığı ve çözümsel yaklaşımla bakmış, kalemini, köşesini asla kendi menfaati doğrultusunda kullanmamış Onur Belge... Bunlar, çalıştıkları müessesenin kapısının önüne konuluverdi bir anda... *** Ne acıdır ki, bu ustaların gitmesine yanarken, acımız bir başka yönde daha derinden kanamaya başladı... Onlardan boşalan sütunlara buyur edilenleri görünce, içimiz sızladı... Bu mesleğin vefasızlığına bir defa daha kahrettik... "Spor Firmalarını" kapı önüne koyanlar, onların yerlerine "buyur" ettiklerinden büyük reytingler ve satış patlaması bekliyor herhalde... Her ne kadar kartvizitlerinde "menecer" veya "amigo" yazsa da, onlar da spor basınımıza "hayırlı" olsun... Belki boynuz kulağı geçer... Bizim Taner, Belge, Tongo, Özarı gibi duayenler unutuluverir (!)... Nasıl, sayısız "gerçek emekçiler" unutulmuşsa, nasıl sokaklardaki işsiz gazeteciler unutulmuşsa... Bu değişim de bir gün hatırlanmaz bile... Ama işin aslı öyle değil ki... *** İş merkezi sahibine sütun açan, eski kulüp başkanlarına çarşaf çarşaf sütun ayıran, tribün amigolarına köşe verip, televizyonda program yaptıran spor gazeteciliğini "cacık" yapıp iştah açan (!) zihniyetlerin topuna kibrit suyu... Futbolcu eşlerine, her gün sevgili değiştiren "manken bozuntularına" gazetelerde köşe veren, Kumkapı Hali'nden "reyting canavarı" üreten düşünce, bu güzelim meslekle alay eden, onu gün gün eriten zihniyettir... Meslek onurunu koruyamamanın yasası olmasa da, bazı yaptırımlarının olması gerektiğini anlama zamanı gelmiş de geçiyor eyy meslektaşlar... Bazılarımız, cebimizdeki parayı, ay içine yayıp "nasıl geçiniriz" hesabı içindeyken, birilerinin "deve yükü" ile kendilerini bulunmaz "Hint Kumaşı" gibi görmesine sessiz kalmayın... O gazete sütunlarının, o televizyon ekranlarının santimini, saniyesini, bu işin cahillerine değil, ehillerine bırakalım... Birazcık kıskanç, birazcık hassas, birazcık duygusal ve de çok çok mücadeleci olalım... Bir hatırası saklanamayacak kadar basit insanlara, ardına kadar açılan kapıların kilidi olalım... Çünkü üzülüp, kenara çekilmek bize hiç bir "artı" kazandırmaz... İskoçyalı yazar Cronin'in dediği gibi, "Üzüntü, yarının sıkıntısından bir şey eksiltmez, sadece bu günün gücünü tüketir."